Kim ne derse desin, Kürt ulusu tarihin en kadim ve en köklü uluslarından biridir; tarihi, kültürü, dili, gelenek ve görenekleri ile her türlü acımasız talana karşı direnmiş ve kendisini günümüze taşımayı başaran ender uluslardan biridir. Talana en çok uğramış alan da tarihidir. Elinden alınmış, el konulmuş, tutsak edilmiş ve köksüzleştirilmek isteniliyor. Günümüz koşullarında, tarihimizin doğrusunu, başta kendi ulusumuzun neferlerine ve diğer ulus tarihçilerine kabul ettirmek zahmetli olsa da, bunu yılmadan anlatmak gerekir. Çünkü; sosyal medya üzerinden dağılan yazılarda gördüm ki bazı insanlar kafasında şekillendirilmiş tarihin dışındakileri kabullenmede hala zorlanıyor ve yeni araştırmaları hafife alıyor.
Talana uğramış tarihimizin karanlıkta kalmış bir sayfasını iki yazı ile tartışmaya açıp, yönümüzü biraz doğuya, Asya içlerine çevirmek istiyorum. Bu nedenle yazıların temel konusu İranlı şair Firdevsi. Ünlü kitabı Şahname üzerinde tam 20 yıl çalışır ve 1010 yılında bitirir ve Fars tarihi de MÖ. 550 yılından itibaren Kuroş ile başlar. Şahname, Kürtçe ve Farsça bir kelime, Şah’a mektuplar anlamına gelir. Fars ve bölge tarihini bütün detaylarıyla, şiirsel bir dil ile anlatır. İçinde savaşları, şahları, ünlü savaşçıları, ateşin bulunmasını, Newroz’u, Dehaq ve Kawa olayını, Zal’ı, Kürtlerin dağa çıkış hikayesini ve İran şahının ülkesini nasıl oğulları arasında paylaştığını, onların birbiriyle olan savaşları gibi birçok olayı konu alır. Bazı tarihçiler, bu kitabın taraflı olduğunu, olayları yanlış yansıttığını, Farsları öne çıkarttığı gibi konularda eleştirir. Haklı olabilirler, çünkü şahlara yazıldığı için yazarın onların gönlüne girme gibi bir derdi var; tarafsız olması beklenmez ama içinde önemli bazı tarihi noktalarda yok değil ve satır aralarında bazı boşlukları hissetmek mümkün.
Kitaptaki önemli noktalardan biri, İran kralı Feridun’un ülkesini oğulları arasında paylaşması konusudur. Elimde Prof. Necati Lugal’ın tercüme ettiği 1956 baskısında: ‘Feridun yeryüzünü üç parçaya ayırdı: Bu parçalardan biri olan Rum ve Batı’yı Selm’e, Türkistan (Turan ülkesini) ve Çin’i Tur’a, üçüncüsü de yiğitler ülkesi İran tahtını İreç’e verdi’ diye yazar. Bu Türkçe tercümesi; bir de Dari tercümesi var.
Afganistan’da basılan Şahname (1361-Delwa)’de: ’Turaniler’ der, tabi bu onların Türk olduğu anlamına gelmez. Aksine, Tur’a bağlı olan, onun egemenliği altında yaşayanlara denilir ki Turan Miletinden asla bahsedilmez. Bunların arasında Türklerin olmasıda düşünülebilinir. Türkçe tercümesinde (s:278) ’Türk ülkesinin padişahı’ denilirken, Afganistan basımında ’Turan zemin/coğrafyası şahı’ denilir. Bunlardan aynı anlam çıkmaz ve Türkçe tercümesi büyük bir ihtimalle bilinçli olarak saptırılmış. Veya görmek istedikleri gibi tercüme edilmiş. Ayrıca şu bilgiyi de ekler: Turanilerin şahı Efrasiyap, İranilerin şahı olan Keykubad’a yazdığı bir mektup da: ’Tanrı, ırkımızın geldiği Feridun’a rahmet versin;’ (s: 64) der. Türk yazarlarının iddia ettiği gibi Türk kralı veya Türk yurdu olmuş olsaydı Efrasiyap böyle yazar mıydı veya ikisinin de Türk olması gerekmez miydi? Lugal, kendisi ile çelişkiye girerek, sayfa 309’da: ’Bu ülke ile orası arasında bir fark yok, yani Semengan, Turan ve İran hep bir hesaplanır’ derken gerçeği belki farkında olmadan yazar.
Bu konuda Nyberg: ’Turan (Türk) kabul edilen topluluğun bütün isimleri İrani. Avesta yazıldığı dönemde, Turani ya da Aryanilerin ataları İran’a geçti;’ derken Christensen de: ’Turan kelimesi İrani olsada olmasa da yüzde yüz göçebe aşiretleri tarif ediyor ve Aryanidir;’ der. Doğru olan, aynı zamanda çarpıtılan da budur.
Buraya kadar şu sonucu çıkarmak mümkün: Turan zemin bölgesinin kesinlikle bir Türk ülkesi olmadığıdır. Bu noktada bir çarpıtmanın, yanlış yönlendirmenin veya hayali bir tarih yaratılmak istendiği ortaya çıkıyor. Bunu hem Şahname’nin Dari tercümesi hem de yabancı yazar ve araştırmacılar ortaya koyuyor. Peki İran’a geçen Aryaniler, Firdevsi’nin iddia ettiği gibi Fars kökenlimiydi? İşte Firdevsi’nin eleştirildiği noktalardan bir tanesi de bu!
Gelecek yazıda devam edeceğiz.