Davacıyım! Şoreş Reşî

Yazı daha önce Özgür Politika’da yayınlandı.

Nede şen-şakrak çocuklardık bir zamanlar…

Çoraplarımızın içine çaput doldurur, yalınayak arkasından koşardık. Gazete kağıtlarına saman doldurur, burnumuzun direği sızlayıncaya kadar içerdik. Çamurdan motor yapar, beraber toprak üzerinde sürünürdük. Dilimiz ile şakalaşır, çorak topraklarımızı çatlatırcasına gülerdik.

Genelde camı kırık, gazlı bir lambamızın loş ışığı altında nenemin anadilimiz ile anlattığı masallar ile uyurdum. Bazen kendimi masallardaki kahraman yerine koyar, küçük dünyamda herkese meydan okur, bazende kanlı savaşların korkusu ile gecenin ortasında Kürtçe kabuslar görürdüm…

Daha beş-altı yaşlarında iken, geçen bir uçak gördüğümüzde hemen koşar kendimizi bir çukura atardık. Bir askerin geldiğini gördüğümüzde saklanacak delik arardık. Birilerimi bunu bize aşılamıştı? Hayır. Kesinlikle büyüklerden böyle bir uyarı duymamıştık ama gene de saklanırdık. Nedenini hala bilmiyorum. Belkide genler vasıtası ile bulaşmıştı; kim bilir?

Altı yaşına geldiğimde okulu çok merak ederdim. Babama okula gitmek istediğimi söyledim. Babam: ‘Daha küçüksün!’ dedi ama benden kurtulamadı. Hergün ceketinin yamaçlarını çekiştiriyor ve ağlıyordum. Sonunda kolumdan tutup okula götürdü. Öğretmen: ‘Yer yok ama bir öğrenci herhalde bırakacak, onun yerine alabiliriz’ demişti. Şanslıydım; okula alındım ve onun numarası olan ‘20’ aldım. Okul dediğim, sürünün tıkıldığı ahırı andıran bir yerdi; altmışa yakın öğrenci, daracık ve eski bir lokal.

İlk gün, heyecanım doruk noktasında, kalbim hızla vuruyor, göğsüme sığmıyor, gözlerim ve beynim öğrenme açlığı ile dolu idi. Ama öğretmenden bir kelime bile anlamıyordum. Hayal kırıklığıdan sonra, ilk fasılda bir tokat yedim! İkincisinde dairecetveli ile tırnak uçlarıma birer değnek vuruldu ki hala acısını hissederim. Daha sonra, ‘büyük suç işleyenler’ yani Kürtçe konuşanlar tek ayak üstünde bütün ders boyunca durdurulduk. Buda yetmezmiş gibi biz, yani köylülerimiz, akrabalarımız ve kardeşlerimiz ile karşı karşıya durdurularak birbirimize vurmaya zorlanırdık. Yavaş vurunca kabul görmüyor, öğretmenin kendisi bizi dövüyordu ve daha şiddetli vurmaya mecbur bırakılıyorduk. Bunun sonucu, tabiki okul çıkışı arkdaşlar ile birbirimizi kırardık… Kısa sürede birbirimize düşmanlaştırıldık. Öğretmen: ”gece gelip evinizi dinleyeceğim, eğer büyükleriniz ile Kürtçe konuşursanız, sizi döverim!” diye tehdit ederdi. Bu korku ile günlerce büyüklerimiz ile konuşmazdık. İçimizden, bir “sınıf başkanı” seçilir, tenefüslerde bizi izler, ihbar ederdi. Böylece ihbarcılığa zorlandık.

Yıllarca bu uygulamanın sadece bizim Orta Anadolu Kürtlerine yönelik olduğunu sanıyordum; oysa sonradan öğrendim ki Kürdistan’da da aynı uygulama varmış. Yani merkezi! Devletin bizi asimile etmek için aldığı sivil-askeri bir karar.

Orta ve lise için Konya şehrine gittim. Gür sesli olduğum için öğretmenler okunacak textleri bana verirdi. Bazen dilim takılınca veya kelimeyi tam anlamıyla çıkaramayınca benim Kürt olduğumu bilen sınıf kahkahlar ile yıkılırdı.

Evet, yaşam dolu bir çocuktum ama sevinçlerimi, duygularımı benim adıma karar alanlar gün be gün köreltiler. Artık gülmeyen ve tek noktaya bakan bir çocuk yapılmıştım. Sırtıma ağır bir yük vermişlerdi. Bugün bile onu hisederim, o ağırlığın altında şimdi başka dilleri öğrenmeye karşı büyük bir alerjim var. Bu da ayağımda, dilimde ve beynimde bir parangaya dönüşmüş. Yeni yaşadığım ülkede kendimi hep bir tabuta kısılmış hissederim. Anadilimi de tam istediğim gibi öğrenemedim; nekadar cabaladıysam da ille de bir yerlerde bir eksiklik kaldı ve acısını yaşıyorum. Hala kalabalık karşısında konuşurken heyecanlanır, telaşlanır, sıkılır, ellerim ve gönlüm titrer…

Şen-şakrak bir çocuktum ama ‘büyüklerim’ sırtıma kaldıramayacağım psikolojik bir yük verdiler. Dilimi zincirlediler, gönlümü bir kelebek kanadı gibi titrek yaptılar; kısacası bütün bir yaşamı bana zehir ettiler. Kim bunun sorumlusu? Devlet mi, kurum mu, sahıs mı? Herkim ise, dünyadaki insanların bir neferi olarak hem bu dünyada hemde öbür dünyada bunlardan davacıyım! Evet davacıyım! Davamı kabul edecek bir mahkeme arıyorum! Eğer bunu hala kabul edecek bir mahkeme, kurum veya uluslararası bir merci yoksa, acilen kurulmasını talep ediyorum! İnsanlık için, sadece insanlık için kanunlar çıkarsın. İnsanın anadilini, kültürünü, dinini, rengini her nesi varsa yasaklayan devletleri, sorumluları, kurumları yargılasın!

Hak-hukukumu koruyacak bir dünya, kurumlar ve yöneticiler yoksa eğer, bana süslü sözler söylemesinler hiç, bir cehennem yeter, öbür dünyada aramaya gerek yok.

Şoreş REŞİ

2018.10.17