Ne çok ölmüşüz, ne çok acılar çekmişiz, ne çok ihanetlere uğramışız, içimizde bir türlü bitmeyen ne keklikler yetiştirmişiz o da biz Kürtlerin sosyolojik bir gerçeği olsun. Tüm bunları göz önüne alarak 1930’lardaki Dersimi anlatmak bile başlı başına bir acı. Çoluk çocuğun saklandığı mağaralara atılan bombalar, fare zehirleri, kaçırılan ve adına “Dersim kızları” denilen küçük kızları anlatmaya kalkmak için romanlar yetmeyeceğini bildiğimiz için de, biz ancak bize yapılan bir iki ihanete odaklanalım, diyoruz!
Dersim halkı Seyid Rıza liderliğinde ve komutan Alişer komutanlığında devlete teslim olmuyordu. Devlet ise bunu kırmak için her türlü yolu ve her türlü oyunu deniyordu. Bu oyunların en en ilginci ise; devletin gidip Nevşehir’in Hacı Bektaş ilçesinden Çelebi’lerin sülalesinden geldiğini iddia ettiklerinden birisinin Seyid Rıza’yı, “hepimiz Aleviyiz” diye ikna etmek için Dersim’e getirmeleriydi. Bu proje tutmadı, tabi ki de tutmayacaktı. Koca bir halkın ulusal sorununu inanca indirgemeye kalkmak, elbete sorunu görmeye değil, etrafında dolanmaktan öte bir anlam teşkil etmeyecektir. Sonrası mı? Sonrasında Seyid Rıza’nın en önemli komutanlarından Alişer ve karısı Zarife’yi içten ihanetle öldürtme işini, onların yiğeni olan Reber denilen unsura yaptırarak başarıya ulaşacaklardı! Bu unsur kendisine para karşılığı verilen görevini bitirmiş ve kestiği kafatasları komutana getirirken karşılığında mükafat olarak altın almıştı! Sonra ne oldu dersiniz? Vali ve askeri komutan Abdullah Alpdoğan, “para için kendi ırkına ihanet eden, bize neler yapmaz ki” der ve orada onu da öldürürler. Verdikleri altınları da geri alarak! Fakat Seyid Rıza yine teslim olmuyordu ve devlet, “artık anlaşalım” diye haber yolar. Antlaşma adı altında yola koyulan Seyid Rıza ve arkadaşları Elazığ, Erzincan yolunda pusuya düşürülerek yakalanırlar. Yaşı geçmiş ve oğlunun yaşı ise 18’den küçük olduğundan yasalara göre her ikisi de idam edilemezdi. Eski dışişleri bakanı İhsan Sabri Çağlayangil, anılarında; “beni müfettiş olarak Ankara’dan Elazığ’a yolladılar. O işi o gün hemen bitirmeliydik. O işe bakan savcı bugün hafta sonu ben yapamam demişti, onu izine ayırdık ve yerine başka bir savcıyı atamıştık. Gece araba farlarını yakarak orada çocuğun yaşını büyütmüş ve Seyid Rıza’nın yaşını küçülterek formalite bir mahkemeyle o gece idama mahkum edilmiş ve sabaha karşı idam edilmişlerdi. Seyid Rıza’nın son isteği olan, oğlundan önce idam edilmesi önerisi kabul edilmemişti. Ve darağacına giden o ihtiyarın başı dik ve sert adımlarla yürüyordu. Fakat onun gözü önünde önce oğlunu astılar ve fazla dayanamamıştım üşüyorum diye içeri gitmiştim.” diye, İhsan Sabri Çağlayangil, bunu anılarında yazacaktı!
Seyid Rıza’nın, “biz sizin yalanlarınızla baş edemedik bu bize ders olsun, ama biz de size boyun eğmedik bu da size ders olsun” dediği o müthiş sözün arkasındaki gerçek işte bu yukarıdaki entrikalar olduğu kuşkusuzdur. İşte Dersim’in acısı böyle bir acıdır!