”Öykü”
Celal işten yeni çıkmış, işyerinin arkasında park etmiş arabasına binerek yaklaşık 1 saatlik mesafede bulunan evine doğru yol alıyordu. 8 yıl önce İsveç’e gelmiş olan Celal, yolculuk sırasında her zaman yaptığı gibi şöyle bir geçmişine dalıp gitti.
İsveç’e gelmeden önce geçimini; yaşadığı köyde başkalarının işlerini yapmakla sağlıyordu. Babası ta bundan 45 yıl önce İsveç’e gelmiş ve bir İsveç’li bir kadın ile evlenmiş ve çok zengin olmuş hatta küçük bir ada aldığı ve yine birkaç yarış atının sahibi bile olduğu söyleniyordu.
Babası ilk İsveç’e geldikten 5 yıl sonra köye ilk defa izine gelmiş ve kendisiyle birlikte sadece uzun objektifli bir fotoğraf makinasını getirdiği tüm köylülerin ağzına düşmüştü.
Babası daha sonra düzensiz aralıklarla 4-5 yılda bir izine gelmiş fakat son 10 yıldır artık köye uğramaz olmuştu. Babasının son yıllarada İstanbul’da gazeteci bir sevgilisini ziyarete geldiğini söylüyordu hemşehrileri.
Celal’in babası ile fazla samimi bir birlikteliği olmamıştı, babası izine geldiğinde kendisine bir yabancı gibi davranırdı ve Celal’de aynı şekilde babasına yönelik hiç bir duygu beslemiyordu.
Babasının izine gelmediği yıllarda 2 kardeşi ile birlikte yokluk içerisinde annesinin ailesinin yaptığı yardımlarıyla geçinmeye çalışıyorlardı.
Babası bu arada köyde 4 katlı bir ev yaptırmış ve annesine açtığı boşanma davası bir türlü sonuçlanmadığı için bu ev yıllardır ’’yeddieminde’’ bekletiliyordu.
Annesinin kendisine anlattığına göre babası İsveç’e gitmek için gereken bilet parasını biriktirmek için çobanlık yapıyormuş.
İlk iki seferinde İsveç sınırında çevrilmiş ve köye geri dönerek tekrar çobanlık işine devam etmişti. Annesinin söylediğine göre babası köy hayatına hiç bir zaman uyum sağlamamış bir insanmış. Babasının babası da daha babası 3 yaşındayken vefat etmiş ve babası yetim bir şekilde büyümüş.
Köylülerin anlattığına göre babasının çok tuhaf davranışları varmış, mesela çobanlık yaparken çölde ”Demis Russos’’ adlı Yunanlı bir sanatçının plağını pilli pikabında koyunlarına dinletiyormuş.
Annesinin yine söylediğine göre babası, koyunlarla çölde geceleyip ertesi gün eve geldiğinde daha öğle saatlerinde bulgur pilavı ile rakı içermiş.
Yine bir gün babası, annesinin ailesi ile kavga edmiş ve şikayet üzerine jandarma tarafından tutuklanarak akli melakelerinin yerinde olup olmadığının araştırılması için ta İstanbul’a ki akıl hastanesine götürülmüştü.
Celal bu düşünceler içerisinde iken eve vardığını farketti. Evde kendisini eşi karşıladı. Eşinin hazırladığı sıcak yemeği yemeye başladı. Eşi ile arası çok iyiydi. Gerçi eşi, kendisinden biraz yaşlıca idi fakat geçinip gidiyorlardı. Zaten, İsveç’e gelmesi için annesi çok sayıda kıza talip olmuş, fakat
Celal’e en son daha önce eşinden boşanmiş çocuksuz dul bir köylüsü kadına talip olmuş ve böylece evlenerek İsveç’e gelmişti.
Eşinin ailesi ile, başta kayınbabası olmak üzere arası çok iyiydi. Celal, baba sevgisininin yokluğunu kalbinde duyarak günlerini geçirip gidiyordu. İkide çocukları olmuştu bu arada.
İsveç’e geldikten hemen sonra kayınbiraderinin pizza dükanında işbaşı yapmış ve 4 yıl böylece çalışmış ve sonra kayınbiraderinin yardımlarıyla kendi başına bir pizza dükanı açmıştı. Gün geçtikçe işleri çok iyi gidiyordu 2 işçisi ile birlikte çok iyi paralar kazanıyordu. Yemeğini bitirip, eşinin getirdiği demli döküm çaydan 4 bardak içip biraz da televizyon izledi Celal.
Yatağa uzandığında uzun süredir rüyalarına giren ve bazı geceler gözüne hiç uyku girmemesine yol açan düşüncelerden kurtaramıyordu kendisini.
Bazı geceler uykusundan ansızın uyanıyor ve bazı geceler ise sabahlara kadar gözüne uyku girmiyor ve gözleri şişmiş olarak uyanıyordu. Bu durumlar hakkında eşinin tüm üstelemelerine karşın hiç bir açıklama yapmıyordu.
Celal’in uykularını kaçıran ve onu sürekli rahatsız eden bu düşünceler son 6 aydır günden güne bayağı artmış ve normal yaşamını engelleyen bir duruma gelmişti.
Celal, İsveç’e gelmeden önce daha küçük bir çocukken komşu kızları olan 14-15 yaşlarındaki Hale, komşu çocuklarını topluyor ve onlara Xelikan’lı olan annesinden dinlediği o güzel masalları aynen bir filmi anlatır gibi anlatıyordu.
Hale’nin anlattığı bu masallar o kadar canlı ve etkileyici idi ki, Celal bu masallardaki kahramanları gerçek kahramanlar olduğunu sanıyor ve kendisine sürekli olarak onların yerine koyuyordu.
Celal köyde küçük bir çocuk olarak yaşarken hiç bir oyuncağa sahip olmamış ve hayatına renk veren tek bir eğlencesi Hale’nin anlattığı bu masallar olmuştu. Bu masallarda neler yoktu ki; ’’bir dudağı yerde bir dudağı gökte olan devler, Kral’ın çıplak olduğunu söyleyen cesur çocuk, ormanda kaybolan çocukları yiyen yaşlı cadı kadın, ormanda kaybolan kırmızı başlıklı güzel prenses ile yerin 7 kat altından yeryüzüne çıkarken sırtına binmiş olan çocuğun baldır etlerini yiyen Zümrüt ü anka kuşu’’ ve daha neler neler…
Celal, kendisini bu anlatılan masallara o kadar kaptırmıştı ki anlatılan her masalın içerisinde geçen kahramanların içerisinde kendisine en uygun olanlarını örnek alıyor ve kendisini onların yerine koyuyordu.
En çok teredütü ise, Kral çıplak masalında yaşamıştı. İlk önce masaldaki kahramanlardan çıplak kral’ın çıplaklığını cesaretle söyleyen çocuk olmak istemiş fakat daha sonra bundan vazgeçerek herşeye sahip olan Kral olmak istemişti.
Celal babasız büyüdüğü için kendisine örnek alabileceği hiçbir yetişkin tanımıyordu. Başta tüm amcaları başta olmak üzere tüm akrabaları İsveç’e göçmüştü. Annesinin babası da Almanya’da yaşıyordu.
Bir ara ilkokula giderken, Türkçe öğretmenini kendisine örnek olarak almış ancak, kürtçe konuştuğu için parmak uçlarına yediği birkaç cetvel dayağından sonra o öğretmendene olan sevgi ve saygısı yok olmuştu.
Zaman geçip gidip Celal büyüdükçe o anlatılan masalların etkisi de dahada belirginleşmiş, gerçek hayattan çok hayal aleminde yaşıyor gibiydi. Annesi çoğu zamanlar çocuğunun bu durumundan kaygılanıyor fakat elinden hiçbir şey gelmiyordu.
Celal yine oldukça uykusuz geçen bir gecenin ardından sabah uyanmış ve yaptığı kahvaltının ardından Pizza dükkanın yolunu tutmuştu yine.
O gün öğlenden sonra köyden çocukluk arkadaşı Doğan geldi ziyaretine. Bir süre eski köy günlerinden bahsettiler ve eski günlerini yad ettiler. Celal bir ara Doğan’a dönerek;
-Doğan’cığım biliyorsun biz çok samimi 2 arkadaşız. Sana bir sırrımı açıklamak istiyorum fakat hiç kimseye birşey söylemeyeceğine dair bana söz vermeni istiyorum, dedi ve Doğan’da ona;
– Ne demek Celal’cığım sırrını bana söyleyemeceksin de kime söyleyeceksin ki, bu sırrın aramızda kalacağından emin olabilirsin, dedi.
Celal arkadaşına dönerek, onu yıllardır rahatsız edn onun uykularını kaçıran düşüncelerini anlatmaya başladı; – Bak Doğan, sana daha öncede anlatmıştım, köydeki komşu kızı Hale’nin anlattığı masallar geceleri sürekli olarak rüyalarıma giriyor ve ben kendimi bu masallarda konu olan bir dudağı yerde bir dudağı gökte olan devlerle sabahlara kadar cebeleşerek kan ter içerisinde uyanarak uykusuz kalıyor ve oldukça yoruluyorum. Benim bu konuda çok ciddi bir projem var ve bunu gerçekleştirmek için ne gerekiyorsa onu yapmaya hazırım dediğinde, Doğan;
– Allah allah, senin acilen bir Psikolog’a görünmen gerekiyor, durumun bayağı çok kötü dediğinde, Celal;
-Hayır, neye mal olursa olsun ben bu projeyi gerçekleştireceğim diyerek, kısaca projesini anlattı arkadaşına. Doğan ise;
– Valla ne desem ki bilemiyorum Celal’ciğim. Bence çok çocukça ve abdalca bir bir proje bu anlattığın. Vallahi köylüler güler sana, yinede sana kalmış birşey sen bilirsin, dedi.
Celal hemen ertesi gün, Google’ye girerek bir Drone satan bir firmanın sitesine girerek bilgi toplamaya başladı. Site’nin Chat sisteminden gerekli olan bazı önemli bilgileride öğrendi böylece. En önemlisi, drone’nin 1 kg ağırlığında bir yük taşıyabileceğnden emin oldu.
Ayrıca, 1×2 metre ebatlarında bir flamanın drone’nin kanatlarına bağlanabileceğinden iyice emin olarak siparişini verdi.
Yine, inernet üzerinden bir tişört üzerine resim baskısı yapan bir firma bularak, 1×2 metre boyutlarındaki beyaz renkli bir bez parçasına istediği resimlerin yapılabileceği sözünü alarak antlaştı onlarla.
Celal çok mutlu olmuştu, nihayet rüyaları gerçekleşecekti.
Zaman çok çabuk geçti ve temmuz’un ilk haftasında köyüne tadile gitmek için eşi ve çocukları ile birlikte uçakla Konya havaalanına doğru havalandılar.
Konya havaalanında, bavullarını dışarı çıkarırken biraz heyacan yapmasına rağmen herhangi bir sorunla karşılaşmadan, kiraladıkları bir arabaya atlayarak köylerine doğru yola koyuldular.
Köyde günler hızle geçip giderken bir yandan da Celal projesini uygulayacağı günü sabırsızlıkla bekliyordu. Bir akşam üzeri, ayın gökyüzünü hafifçe aydnlattığı bir saate drone ve flamasını sakladığı yerden çıkardı.
Beyaz zemin üzerine çok güzel renkli boyalarla; süpürge üzerine oturmuş ihtiyar bir cadı, yine bir dudağı yerde diğer dudağı gökte olan siyahi bir dev ile başında kırmızı renkli bir mendil bulunan güzel bir prensesin resimlerinin işlendiği flamaya mutlu bir gülümseme ile baktı.
Sonra flamayı ince bir kamıştan geçirerek drone’in alt tarafına monte ederek yine kalın bir gaffa bantı ile sabitleştirdi.
Dev’in gözlerine takdığı yanar-söner led ampüllerin yanıp yanmadığını son kez kontrol etti ve her şeyin eksiksiz olduğuna kanaat getirdikten sonra evinin biraz uzağında bahçesinin bir köşesinde drone’yi havaya uçurttu.
Drone’yi köyün ortasına doğru yönlendirerek, köyün üzerinde birkaç tur atarak tekrar evinin bahçesine indirdi. Celal’in kalbi mutluluk ve sevinçten güm güm atıyor nerdeyse kendisini drone’nin üstünde uçuyormuş gibi heyacan duyuyordu.
Celal, üzerindeki bir yükün kalktığını ve kendisini çok hafiflemiş olarak hisetmişti aniden.
Drone köyün üzerinde tur atıp gezinirken, Celal’in komşusu Rafet tüm olup biteni oturduğu çardağın üzerinden meraklı gözlerle evin köşesinde gizli bir şekilde hayretler içerisinde izliyor ve bu şekilde bu garip şekilde ışıklar saçan bu aletin ne olduğun pek bir anlam veremiyordu.
Fakat ışık saçan aletin havaya doğru kalkıp gökte tur attığını görünce çok korktu ve bu işte bir bit yeniği var diyerek hızla bahçelerin arasından gizlenerek Muhtarın evine doğru koşmaya başladı. Rafet, olup biteni televizyon izlemekte olan Muhtara anlattı ve birşeyler yapmasını söyledi.
Muhtar hiç zaman kaybetmeden ilçe Jandarma karakolunu arayarak olup biteni aktardı. Jandarma komutanı, muhtara Celal hakkında bilgi toplamasını ve yarın öğlen sonrası ancak köye gelebileceklerini söyledi.
O gece çok güzel bir uyku uyuyan Celal ertasi sabah kahvaltısını yaptıktan sonra köylülerin tepkilerini şöyle bir öğreneyim diyerek köy kahvesine gitti.
Kahvede oturanlar, dün gece Isveç’ten gelen sonradan görme birisinin sanki biz bilmiyormuşuz gibi köyün üstünde bir drone uçurduğunu söylediler. Dronenin ışıklar saçarak ayrıca kanatlarında da garip resimlerin çizili olduğu bir bayrağın da asılı olduğunu sözlerine eklediler.
Celal, köylülerin bu söylediklerini keyifle dinliyor ve mutluluktan ne yapacağını bilemiyordu. Birkaç çay içtikten sonra evine gitti Celal.
İlçe Jandarma karakol komutanı emrindeki 3 tane jandarma ile öğlen sonrası Celal’in köyüne doğru yola çıktı. Köyde, Muhtarı evinden alarak Celal’in evine doğru yöneldiler.
Celal’in evine doğru gelen jandarma arabasını gören komşu Rafet heyacanla olup biteni evinin penceresinden gizlice izliyordu. Jandarmalar Celal hakkında şikayet olduğunu ve evi arayacaklarını söylediler.
Celal ve eşi, ilk defa böyle Jandarma ile yüz yüze geldikleri için oldukça korkmuşlardı. Jandarmalar evde yaptıkları aramada kısa süre içerisinde Drone’yi ve resimlerin çizili olduğu bez parçasını buldular ve Celal’i de yanlarına alarak ilçe Jandarma karakoluna götürdüler.
Celal’i 2 kişinin olduğu küçük hücre gibi, bir odaya koydular. Odada bulunlardan bir tanesi, Finlandiya’dan Ömeranlıya izine gelen ape Hamo ve diğer öteki ise aynı Celal’in uzaktan akrabası olan ve Kanada’da yaşayan birisi idi.
Kanada’dan, ölen babasının cenazesi ile birlikte gelen bu akrabası yanlışlıkla göz altına alındığını ve kendisinin örgüte karşı olduğunu ve örgüt karşıtı bir kürt sitesinde yazılar yazdığı için örgüt üyesi olarak itham edilip suçlanıp haksızlığa uğradığını belirtiyordu.
Celal, bu konulara çok uzaktı ve bu konularda herhangi bir görüşünün olmadığını ve türk-kürt herkesin eşit olduğunu düşünüyordu.
Akşama doğru Celal’i sorgu odasına alarak sorgulamaya başladılar. Sorguyu bitiren jandarma komutan yardımcısı, komutanın odasına giderek yazdığı sorgu raporunu komutanına sundu. Komutan şöyle bir sorgu raporunu gözden geçirerek yardımcısının Celal hakkındaki izlenimlerini sordu.
Komutan, yaptığı ilk ön sorgu icelemesinde Celal’in kötü bir niyetinin olmadığı kanaatine varmıştı. Komutan, İzmir’li olup demokrat bir ailede büyümüştü ve kürtlerin insani haklarının tanınmasından yanaydı fakat bu düşüncelerini açıkça ifade etmemeye de özen gösteriyordu.
Öte yandan karadenizli olan ve kürt diye bir şeyin varlığına inanmayan komutan yardımcısı ise olayı tamamen başka bir şekilde algılıyordu.
Komutan yardımcısına göre, Celal örgüt mensubu olup bu masal kahramanlarının resimlerinin olduğu bez parçasını deneme amacıyla Drone’ye asmıştı.
Celal’in asıl amacının eğer bu ilk denemede Drone bu bez parçasını başarılı bir şekilde havalandırırsa, daha sonra örgüt liderinin posterini drone ile uçurmayı deneyecekti kanaatini taşıyordu karakol komutan yardımcısı.
Komutan yardımcısına göre, Celal’in köyü, kürt köyü olduğu için bunlara güvenilmiyeceğini ve bu bölge kürtlerinin böyle suskun ve sessiz olmaları ve yine devlet yanlısı gibi görünmeleri hiçte samimi değildi.
Komutan yardımcısı, İskandinavya’da ki tüm bölücü faaliyetlerde çoğunlukla bu bölge kürtlerinin yer aldığını yönünde Komutan’ı ikna etmeye çaba sarfediyordu.
Komutan yardımcısına göre, bu bölge halkı kısmen asimile olmuş ve devlete itaat ediyor fakat halen bunların arasında aynen doğuda ki kürtler gibi hareket eden bir damar vardı ve aynen onlar gibi hareket ediyorlardı.
Örneğin, bazı dönemler de doğu halkı pek fazla ses çıkarmazken bu bölgeden olan Leyla Güven’in günlerce ölüm orucu grevine yatmıştı.
Yine bu bölgeden olan Murat Bozlak, yıllarca kürt partisinin başkanlığını yapmıştı. Yine az da olsa bu bölgeden bazı gençler dağa çıkmışlardı.
Komutan yardımcısı, bir zamanlar Atatürk’ün söylediği ve daha sonra Bülent Ecevit tarafından da dile getirildiği gibi, bu bölge kürtleri toprak sahibi olup ekonomik durumlarının düzelmesi durumunda onların kürtlük şuurlarının sonlanacağına inanıyordu.
Öte yandan bu bölgedeki eğitim seviyesi yükseldikçe kürtlük şuur ve bilinci zayıflıyordu. Örneğin; sağlık bakanının köyünde bir büyük cami ile bir hastane yapıldıktan sonra iktidar partisine çok fazla sayıda oy çıkmıştı.
Avrupa’da ki bu bölge insanlarının halen bölücü faaliyetlere eğilim duymalarına bir türlü akıl erdirimiyordu komutan yardımcısı.
Onların gözünü korkutmak için heryıl avrupa’dan gelen birkaç kişiyi ya göz altına alınıyor yada sınırdışı ediyorlardı fakat yinede bir faydası olmuyordu bunun.
Bölgede dini akımlar eskiden fazla güçlü değilmiş, fakat son yıllarda yapılan çalışmalarla örneğin; Ömeranlı da yapılan büyük cami ile köy ahalisinin kalbi kazanılmış yine köy imamlarının yaptıkları dini telkinlerle çocuk ve gençler kuran kurslarına yönlendirimiş aynı şekilde Konya’da bu bölgeden bazı hatiplerin çıkmalarının önü açılmış ve sosyal medyadan bu bölge halkını etkilemeleri memnuniyetle izlenmekteydi.
Komutan yardımcısı, Yavuz Sultan Selim’in bir çeşme mermer taşına kazıdığı vecizlerin bu bölge insanı içinde geçerli olduğunu düşünüyordu;
Kürde fırsat verme Yarab, dehre sultan olmasın
Ayağını çarık sıksın, gönlü huzur bulmasın
Vur sopayı al haracı, karnı bille doymasın
Ol çeşmeden gavur içsin, kürde nasip olmasın
Vasiyetim oldur, kim kürd bir kerre yalvarsın
İnanma kanma, yakana bit kapına kürt dadandırma.
Yani kısacası, Komutan yardımcısına göre, görünüşte sessizde olsa bu bölgede isyankar bir ruh hali halen devam ediyordu.
Karakol komutanına göre, eldeki mevcut kanıtlara göre Celal’in herhangi kanundışı faaliyeti yoktu fakat yardımcısının bu son söyledikleri de kafasını iyice karıştırmış ve ne yapacağına bir türlü karar veremiyordu.
Komutan yardımcısı, odasına getirilen Celal’e Facebook’u olup olmadığını sordu ve Celal’in facebook’u na girmek için Email ve giriş kodunu istedi ondan ve bilgisayar’ın başına geçti.
Celal’in face’si ne giren komutan yardımcısı Celal’in sayfasına göz atmaya başladı. Celal’in face’in de suya sabuna dokunur bir şey görünmüyordu ve çok sayıda kürtçe müzik klipleri vardı.
Komutan yardmcısı tam bilgisayarı kapatacak iken gözü bir fotoğrafa takıldı. ‘’Şehitler ölümsüzdür’’ yazısının hemen altında kalın bıyıklı 25-30 yaşlarında bir bir şahsın fotoğrafının altında da ’’Muammer Süer ölümsüzdür’’ yazısı vardı.
Komutan yardımcısı aradığını bulmanın verdiği sevinci ile Celal’e dönerek;
-Şimdi yandın oğlum, nedir bu resim? Celal;
-O mu komutanım! O, eşimin dayısının oğlunun resmidir, İsveç’te yaşıyordu fakat daha sonra nereye gittiğini bilmiyorum vallahi. 1997 de Beytüşebap’ta bir çatışmada ,öldüğünü duymuştum sadece.
Komutan yardımcısı, askerlere Celal’i tekrar hücreye götürmelerini emretti.
Öte yandan karakolda bunlar olup biterken, dışarda Celal’in eşi ve kayınbiraderi Celal’in hala oğlu olan ve CHP listesinden belediye encümeni olan avukat Mehmet ali’in bürosuna yardım istemek için telefon ettiler.
Telefona çıkan avukat Mehmet Ali olayı duyunca hemen Koçhisar’da bir davasına yetişmek zorunda olduğunu söyleyerek özür diledi onlardan.
Avukat Mehmet Ali yine geçen yıl Belçika’dan köye izine gelen ve sosyal medya üzerinden yaptığı paylaşımlar nedeniyle dava açılan birisini 50.000 kron vekalet karşılığında serbest bırakmış ve bayağı sıkıntı çekmişti.
Avukat Mehmet Ali’den bir yardım alamayan Celal’in eşi ve kayınbiraderi son çare olarak Celal’in teyze oğlu Mali müşavir’e telefon ettiler. Mali müşavir olan Nebi’nin eşi AKP içe yönetiminde yer alıyor ve tüm resmi makamlarla çok sıcak bir ilişkisi vardı. Telefonu alan teyze oğlu Nebi, şu anda çok önemli bir toplantıda olduğunu ve toplantı biter bitmez kendilerine döneceğini belirtti. Fakat, saatler gaçmesine rağmen bir türlü telefon etmemişti kendilerine.
Komutan yardımcısı telefonu alarak Celal’in köyünün muhtarını arayarak karakola gelmesini istedi. Öğlen geç saatlerde karakola gelen muhtar’ı hemen komutan yardımcısının odasına aldılar ve komutan yardımcısı Muhtar’dan Celal hakkında tüm bildiklerini anlatmasını istedi.
Muhtar ise Celal’in kendi halinde suya sabuna dokanmıyan zararsız bir insan olduğunu eğer komutan yardımcısı isterse, Celal ile özel olarak görüşüp ondan bilgi alabileceğini önerdi.
Komutan yardımcısı bu öneriyi mantıklı bularak, muhtarı Celal’in olduğu odaya götürmelerini emretti.
Muhtar, Celal ile yaptığı görüşmede kendisinin Celal’e yardımcı olmak için buraya geldiğini ve kendisine 2.000 euro verirse kendisini buradan kazasız belasız kurtaracağını sözünü verdi. Muhtarın bu önerisi üzerine biraz düşünen Celal başka bir seçeneği olmadığı kararına vararak bu öneriyi kabul etmek zorunda kaldı.
Muhtar odadan çıkarken, eğer parayı vermekten vazgeçerse kendisine yönelik örgüt propagandası suçlaması ile dava açılabileceğini bir kez daha hatırlattı.
Komutan yardımcısının odasına gelen Muhtar, Celal’in herhangi siyasi bir faaliyetinin olmadığını ve sadece Face book’tan eşinin akrabası olan birisinin resmini ve kürtçe müzikler paylaştığını söyledi ve bunlarında kanun dışı sayılamayacağını söyledi.
Muhtarı dinleyen karakol komutan yardımcısı, hemen yan odadaki komutanın odasına geçerek Muhtar’ın söylediklerini aktardı kendisine.
Muhtarı kendi odasına çağıran Komutan, Celal’in herhangi bir takibata tutulmasına gerek olmadığını ve bu konunun savcılığa sefkedilmesine gerek olmadığını ve davanın burada kapatılacağını ve Celal’in muhtar ile birlikte köyüne dönebileceğini belirtti.
Celal, köye döndüklerinin hemen ertesi günü daha dönüş tarihleri gelmeden biletçiyi arayarak dönüş gününü 2 gün sonrasına ayarladı.
Muhtar’a hiç bir şey belli etmeden dönüş gününde Konya’ya giderek uçağa binerek Stockholm’e doğru yola koyuldular.
Celal Stockholm’e geldikten sonra, bu başından geçenler hakkında bol bol düşünme imkanı buldu ve 2 gün sonra kararını vermişti. Küçücük bir hayalini bile gerçekleştirmesine fırsat vermeyenlerden bundan sonra onların anladığı dilden gereken cevabı verecekti.
Celal, köylüsü Metin ile şehir merkezindeki Kürt derneğine giderek, dernekte çalışan görevliler ile görüştü ve bağlama ile folklör kursuna kaydoldu.
Bir taraftan da yavaş yavaş eylem ve yürüyüşlere katılmaya başlamıştı.
Aradan uzunca bir zaman geçmişti ve Celal, Orta-anadolu kürtlerinin kurmuş olduğu kurumun eşbaşkanlığına talip oldu ve arkadaşları onu bu göreve laik gördüler.
O artık kendi kimliği için mücadele eden bir kişi olmuştu.
Celal’in o eski masal dünyası gitmiş o masallardaki kahramanların yerine gerçek kürt kahramanlarını yavaş yavaş tanımış ve kişiliğide yerine oturmuş bir kişilik olmuştu kısa süre içerisinde. Bağlama çalmayı da epey geliştirmiş zamanla dernekte ki müzik grubuna da katılmıştı.
Yine bir akşam evinde otururken, aklına köy muhtarına vermek için söz verdiği 2.000 euro geldi ve bağlamasını
eline alarak Hozan Dilgeş’in o sevdiği parçasını çalmaya başladı;
Le muxtaro lo muxtaro, muhre muxter le bi maro
Le muxtaro le muxtaro, muhre muxter le bu jahro.
Kopenhag, Temmuz.2020