Gelişmeyen ülkelere has bir şeydir, sistem kendi koltuğunu korumak adına farklılıklar üzerinden oyununu kurar ve istediği salonda sahneye koyar.
Rejimlerin labirent odalarının deney malzemesi insandır.
Sistemler, insan iradesini değişime uygun hazır hale getirir ve ardı sıra “sav”ını uygulamaya koyar. Başarılı olduğu her uygulamanın devamını sağlar, başarısız kaldığı projesini ise vakti gelinceye dek buzdolabında bekletirler.
Bu manada özelde Türkiye’de genelde Ortadoğu’da rejimlerin farklılıklar üzerinden deneyimlediği baskı ve hukuksuzluklardan en çok Kürtler nasibini almıştır hem de öyle böyle değil.
Bunca baskı ve hukuksuzluğa rağmen Kürtler her defasında kadermiş gibi kimi ’yeşili’, kimi ’kızılı’ ölesiye içselleştirdi. Bir de inanç ve ideolojilerin koruyuculuğunu üstlenerek kendi içlerinde bu renklerden dolayı ötekinin ötekisini yarattılar.
Bir önceki, “HALKLARIN ARASINDA ÇAĞIN ELÇİSİ MİSİNİZ” başlıklı yazımda Kürtlerin arasında var olan iç çelişkiye değinmiştim. Kuşkusuz hiçbir millet yoktur ki kendine has farklılıklara sahip olmasın. Ancak farklılıklar her milletin kendi iç zenginliğidir. Bütün milletlerin kendi içindeki bu farklılıklarıyla barışık ve yeri gelince ortak temel değerlerinin etrafında kenetlenebiliyorlar.
Ne yazık ki Kürtler kendi içindeki farklılıklarıyla barışı inşa edemiyorlar!
Birbiriyle kavgalı olan devletler bile mecbur kalınca bir masa etrafında toplanabiliyorken, Kürtler temel ortak değerlerinin çevresinde birleşmemekte; “Nuh” diyor peygamber diyemiyorlar!
Zulmüne maruz kaldıkları ülkelere bile tolerans tanıyorlarken, kendi farklılıklarına karşı taştan duvar kesilmişler. Bu iç çelişkiler hiçbir şekilde Kürtlere bir fayda getirmedi /getirmeyecekte. Ve inanın bu birbirini tüketme anlayışından halk çoktan bezdi ve yoruldu. Bunun için çoğunluğu dışlanmamak adına çığlıklarını kendi içinde sakladı ve sessizliği seçti. Ve İnanın hiç kimsenin dışarıdan gelip Kürtlerin bu iç çelişkilerini bertaraf etme gibi bir derdi de yoktur. Bu tutumdan sadece Kürtler muzdariptir, hatta Kürtlerin arasındaki bu iç çelişkileri birçoğu için bir kazanç kapısıdır, onun için bu kapının kapanmasını istemezler!
Ve inanın Kürtlerin birbirini tüketme kavgası ne kendine ‘ümmetim’ diyenlerin umurunda ne de sol ideolojilere sahip olanların.
“Ümmetin yetimi” olan Kürtler için ne dün ne de bugün ümmetten bir ses çıkmış değildir! İstisnalar var elbette, ancak bu istisnalar aktifleşmedikten sonra bir kıymeti kalmamış oluyor. Dindar (!) Kürtler, ellerine aldıkları “DESTMAL” ile kendilerinin dışında bütün mağdurların yaralarını sarma derdindeler. Halbuki kendileri baştan aşağı her yanı yara bere içinde ve dilleri kültürleri yok sayılmış, bu kadar kör olmamalılar.
Yusuf’u kuyuya atan kardeşleriydi fakat Yusuf’u bulduran ısrar ise onlara öncülük eden babaları Yakup idi.
Kürtleri kendi içinde eriten bu iç çelişkilerinin bertaraf edilmesi için gerek dindar gerekse sol aydın ve siyasetçilerin bu hususta misyon almaları lazım.
Esasında bu misyonu ilk önce diaspora almalıdır ve zaten bugüne kadar bu durumun çözüme kavuşturulmaması diasporanın bir eksikliğidir!
Uzun sözün kısası Kürtler adına misyon alanlar kendi milletinin sosyolojisini ve tarihinden haberdar olmalıdırlar.
Siyaset arenasında tekrara düşmenin döngüselliği bezdirici bir hal aldı çünkü! Deyip sitem ve eleştirilerime nokta bırakayım.