Kur’an’daki “Oku” emri, İslam’ın temel ilkelerinden biri olan bilgiye ve öğrenmeye verilen önemi vurgular. Bu emir, Kur’an’ın ilk inen ayetlerinde, Alak Suresi’nin 1-5. ayetlerinde yer alır.
Alak Suresi’ne baktığımızda, Kur’an’ın insanı geliştirmeye ve dönüştürmeye teşvik ettiğini görürüz. Kur’an, “Oku” emriyle muhatabını bilginin ve öğrenmenin önemini vurgulayarak, bilinç düzeyini en yükseğe çıkarmaya davet eder. Allah, “Cansız olan dağları ve canlı olan deveyi incelemez misiniz?” der.
Bilmenin sınırı yoktur ve hiçbir ilim dalı dinden ayrı değildir. Allah, “Düşünmez misiniz? İbret almaz mısınız?” diyerek insanları derinlemesine sorgulamaya ve düşünmeye yönlendirir.
Öğrenemeyenler Değişemezler
Kur’an’ı incelediğimizde, muhatabına iyiyi pasif halden aktif hale getirecek bir misyon yüklediğini görürüz.
Ancak, İslam ülkelerinin mevcut durumu bunun tam tersidir. İnancını Allah’ın ilkelerine uygun şekilde yaşamamaktalar.
Bu ülkelerde dini uygulamalar, siyasi ve ruhban sınıfının baskıları etkisiyle şekillenmektedir. Her dönemde olduğu gibi, çağımızda da güç elde eden bir ruhban sınıfı bulunmakta ve bunlar, “kendilerini felaha erdirecek bir itaat din” anlayışını oluşturdular, oluşturmaktadırlar.
Zira Kur’an’ın ilkelerini esas alan bir sistemi uygulamak onların işine gelmez, çünkü bu ruhban sınıfının çıkarına aykırıdır.
Bakara Suresi’nin 18. ayetinde, “Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bu yüzden (gerçeğe) dönmezler.”
Oysa Kur’an ile hemhal olanlar, inançlı ya da inançsız fark etmeksizin, tüm insanların yaşamını güzelleştirmeye dair söz vermiş olurlar Allah’a. Ancak, İslam ülkesi olduğunu iddia eden ülkeleri incelediğimizde, söylem ve eylemlerinin çelişkilerle dolu olduğunu gözlemliyoruz. Bu ülkeler, Allah’ın ilkelerinden fersah, fersah uzaklar ve bu ülkelerin perişan hali ortadadır.
İslam ülkesi iddiasında olan bu ülkelerin halkları, adaletin kırıntısına muhtaçtır. Hak ve hukukun esamesi bile okunmamaktadır. Bu yüzdendir ki İslam ülkelerinin halkları beğenmedikleri “gavur”(!) memleketlerinin adaletine sığınmaktalar.
Dahası, Allah’ın sadece kendilerini yarattığını ve sadece onların Allah’ı olduğunu zannedilir, cennetin anahtarını garantilediklerinin modundalar.
Hem herkesi Müslüman yapma derdindeler hem de kendilerinden başkasını cennete almama çelişkisi içerisindeler. Üstelik Allah “Alemlerin Rabbi olduğunu ısrarla hatırlamakta olduğu halde, oysa Allah bütün insanların Allah’ıdır ve biz inananlar da bu bütünün içindeyiz.
Kur’an’ın temel mesajı, Kur’an’ı anlamaya davet etmektir. Ve Kur’an muhataplarının yaşamlarını bu anlayış doğrultusunda sürdürmelerini ister.
Fakat din satıcılığını yaparak, dinin ekmeğini yiyenler insanların Kur’an’ı anlamamaları için özel bir çaba harcamaktalar.
Çünkü gücü elinde tutanlar ve dinden çıkar sağlayanlar sorgulayan bir halkı istemezler. Sorgulayanların haksızlığa boyun eğmezler ve cesurca zulme karşı duracaklarını bilirler. İşte bu sebeple dinin kendi çıkarları için kullananlar insanların bilgiye ulaşmasından korkarlar ve bilginin önüne ulaşılmaması için taştan kalın bir set çekerler.
Çok bilinmese de tarikatların çoğunda Kur’anın mealini okumak yasaktır. Kur’an’ı sadece lafzıyla okumaya izin verilir
Karl Marx’ın “Din toplumların afyonudur” dediği din tam da budur. Ruhban sınıfının oluşturduğu sorgusuz itaate dayalı dinidir. Bu anlayışların Kur’an’a verdikleri zararın, İslam karşıtlarının dine verdiği zarardan çok daha fazladır. Manası barış olan bir dini korku dinine çeviren despotlar o biçim korkunun ekmeğini yemekteler.
“Eğer siz korku toplumunda yetişmişseniz ilke toplumuna Fatiha”
Hasılı kelam, Kur’an, muhatabından bilginin en derinini sorgulamasını ve bilinçli bir şekilde hareket etmesini ister. Kur’an’ın temel ölçütlerinden biri, koşulsuz itaati reddetmektir. En önemlisi ise Müslümanın görevi, İslam’ın anlamı olan barışı inşa etmektir.