Kendi Düşen Ağlamaz/ Yusuf Z. Sütcü

 

’’ Öykü ’’   

 

KENDİ DÜŞEN AĞLAMAZ

 

   Ali’nin aslında bu hafta başına kadar Stockholm’e gitme diye hiçbir düşüncesi yoktu. İsveç’te yaşayan kayın biraderi Ali ye telefon ederek, hafta sonu yapılacak olan kızının düğününe kandisini ve eşini davet etmişti. Telefonu aldığı günün hemen ertesi sabahı eşini düğün hazırlıklarına yardımcı olsun diye trenle Stockholme yolcu etmiş kendisi de Cuma günü yani hemen düğünden bir gün önce gitmeyi planlamıştı.

  Eşini, Salı günü Kopenhag tren terminalinden Stockholme yolcu ettikten sonra aklına kendisi için de Cuma günü için bilet alma fikri geldi ve eşini yolcu ettiği terminalin alt katında ki perondan bilet satılan bir üst kata doğru yöneldi.

  Terminal Salı günü olmasına rağmen yine de kalabalık sayılırdı. Bir sürü yabancı turist çarptı gözüne Alinin. Eskiden beri bu turistlerin, hemen hemen her zaman ılık ve soğuk bir iklimi olan ve pek fazlaca tarih öncesi tarihi eserin olmadığı Danimarka’ya niçin geldiklerine bir türlü akıl erdirememişti Ali. 1905 yılında bronzdan yapılmış bulunan ve normal insan boyutlarında olan deniz kızı denilen bir heykeli boyunlarında birer fotoğraf makinası ile görmeye gelen Çinli ve Japon turistleri bir türlü anlayamıyordu.

  Ali, bilet satılan gişenin önüne gidip Cuma günü için Stockholm’e bir bilet almak istediğini söyledi. Dönüş günü olarakta, aynen eşinin dönüş günü olan Pazar günü saat; 13 olmasını rica etti gişe memurundan. Ali, çalıştığı işyeri olan belediye otobüs şirketinden Cuma günü için izin almak istediğinde bayağı izin almakta zorlanmıştı.

  Ali, gişe memurunun  Stockholme gidiş/geliş biletinin 590 dkr. olduğunu söylemesi üzerine,  kendisinin daha önceki gün eşi için 400 dkr. ödeyerek bilet aldığını belirtti kendisine.  Ali bundan hiç hoşnut olmamıştı, gişe memurundan bunun nedenini sorduğunda: – Salı günlerinin hafta içi olması nedeniyle Cuma, Cumartesi ve Pazar günlerine göre daha ucuz olduğunu söyledi gişe memuru.

  Ali, bir an duraklayarak içinden: – tüh allah belasını versin keşke bende biletimi Salı günü alarak eşim ile birlikte gitseydim, biletim bayağı ucuza gelecekti diye geçirdi içinden. Fakat daha sonra çalıştığı işyerinde zorla da olsa bir günlük izin alabildiğini hatırlayınca birazda olsa rahatladı ve gişe memuruna bilet almak için karar verdiğini söyledi.

  Gişe memuru ona dönerek  yataklı veya uzanılabilir koltuklardan isteyip istemediğini sordu kendisine. Gişe memuru, yataklı yer için 290 dkr. ve yine uzanabilir yer için 110 dkr. ekstra ödemek gerektiğini söyledi kendisine.  Ali bu fiyatları duyunca teşekkür ederek sadece oturulacak bir yer almak istediğini rica etti ve 590 dkr. ödeyerek aldı biletinini.

  Bayağı canı sıkılmıştı Ali’nin, acaba 110  dkr. ödeyip uzanılabilir bir yer alsa idi daha mı iyi olurdu diye düşüne düşüne oturduğu şehre gidecek trenin kalkacağı tren peronuna doğru yöneldi. Zaten belediye otobüsü sürmekten canı çıkıyordu, 110 dkr. çok paraydı onun için, sanki parayı sokaktanmı topluyordu ki. İş saatleri çok can sıkıcıydı, sabah saat: 05’de işbaşı yaptıktan sonra saat: 10’da eve geliyor ve daha sonra saat: 14’de tekrar işe gidiyor ve saat: 19’da eve dönüyordu.  

   Eve geldiğinde kolunu kıpırtatacak hali kalmıyordu. Bu çalışma düzeni hafta sonlarında da devam edip gidiyordu. Alinin başka bir seçeneği de yoktu zaten, zamanında herhangi bir mesleki eğitim almayıda akıl etmediğinden başka bir iş bulması bayağı imkansız gibiydi.        Ali biletini alıp trenle evine doğru giderken aklına müthiş bir fikir gelmişti, zaten kendisi eskiden beri böyle kurnaz fikirleri bulmakla övünür durur ve kendisinin bu yanını çok beğeniyordu doğrusu.  Daha öncede İsveç’in, Danimarkaya komşu olan Malmö şehrinde bulunan elektrikli ev aletleri satan El Giganten adlı büyük mağazadan 2000 Skr. tutarında bir elektrik süpürgesi almış ve aynı süpürgenin  Danimarka’da bulunan aynı mağazanın bir şubesinde  2200 dkr. satıldığını gördüğünde süpürgeyi bu şubeye iade aderek ardaki fark olan 500 dkr. aldığında bundan çok mutlu olmuştu.

   Elektrikli ev aletleri İsveç’te Danimarka’ya göre % 30 daha ucuza satılıyordu. Aslında İsveç’te alacağı elektrikli ev aletlerini Danimarkaya getirip iade ederek aradaki fiat farkından çok para kazanabilirdi. Bu işi yapması için bir araba alması gerekiyordu, araba alacak parası yoktu ancak geçimini sağlayabiliyordu şimdilik.   

  Bundan 5-6 yıl önce büyük bir giysi mağazası olan Magazin’den çok pahalıya aldığı Gucci marka siyah renkli bir takım elbiseyi, yiğeninin  düğününde giymiş daha sonra üzerinden  2 gün geçmesine rağmen elbiseyi tekrar paketleyerek aynı dükkana götürüp geri iade ederek tüm parasını geri almıştı. Bu yaptığından eşinden başka hiç kimsenin haberi olmamıştı ve bu yaptığı kurnazlıktan çok mutlu olmuştu.

    Ali, kafasında bu düşünceleri geçirirken cep telefonu çalmaya başladı, telefonun ekranından arayanın iş arkadaşı komşu köylüsü olan Omeralı iş arkadaşı Haco olduğunu gördü ve telefonu açıp açmamakla teredüt etti bir an. Haco, beraber çalıştıkları işyerine kürtlerden bahseden gazete ve dergiler getiriyor ve diğer kürt şoförlerle kürt sorunu üzerine sohbetler yapıyordu sık sık.

  Haco arasıra da yapılan kürt gecelerinin biletlerini veriyordu iş arkadaşlarına. Ali, nedense eskiden beri bu kürt sorunun konuşulmasından hiç hoşlanmazdı, ona göre bu sorun doğuda olup biten bir meseleydi ve doğuda yaşamayan kürtlerin bu mesele ile igilenmesine hiç bir anlam veremiyordu Ali.

  Bütün bunları hızlı bir şekilde aklında geçiren Ali telefonun yeşil renkli tuşuna istemeden de olsa bastı ve açtı telefonunu. Telefonun öbür ucundaki Haco, selam verip Ali’nin hal ve hatırını sorduktan sonra yakında Newroz gecesinin yapılacağını ve kendisine gece için bilet vermek istediğini söyledi

  Ali:- yaw ben neyle uğraşıyorum şu Haco neyle uğraşıyor diye geçirdi içinden. Yine de Haco’yu kırmak istemiyordu. Haco’nun ona verdiği yayınları sırf ayıp olmasın diye alıyordu ondan.  Ne de olsa çok sevip saydığı bir arkadaşıydı Haco ve onun iş saatleri dışında sürekli olarak  kürt sorunu ile ilgili samimi bir şekilde çaba sarfetmesi birazda hoşuna gidiyordu Ali’nin.

  Ali, Haco’ya Cuma günü İsveç’e gideceğini ve ne zaman döneceğini henüz bilmediğini ve aslında geceye gelmeyi de çok istediğini söyleyerek başından savmak istedi Haco’yu.  Haco, eğer zamanı müsait ise Perşembe akşamı onu ziyaret etmek istediğini söyledi ve Ali ister istemeden de olsa: – tabi niye olmasın dedi ve telefonu kapattı böylece.

  Ali bu konuyu böylece tatlıya bağladığı için kendi kendine gülümseyerek çok mutlu oldu. Ali, yavaş yavaş  yolculuk için hazırlıklarına başlayarak  bir yastık ile bir battaniyeyi orta boy bir bavulun içine yerleştirdi. Daha sonra da traş makinası, şampuan, diş fırçası ve pijamasını da ayrı bir valize yerleştirdi.  

  Valiz tamamıyla dolmuş hiç boş yer kalmamış ve tam işini bitirmişti ki düğün günü giyeceği takım elbisesini unuttuğunu hatırladı.  Ancak valizde hiç boş yer kalmadığını görünce, bavulda yer olduğunu hatırladı. Böylece takım elbisesini de düzenli bir şekilde battaniye ile yastığın altına yerleştirdi ve bavulunu kapattı böylece.

  İnşallah herşey planladığı gibi  diyerek bol bol dua etti içinden.  Perşembe günü saat: 19 sıralarında eve gelen Ali birşeyler yiyerek yolculuk için son hazırlıklarını gözden geçirdiği sırada kapı zilinin çaldığını duydu. Saat: 20 ye geliyordu ve Haco ile randevusu olduğunu hatırladı o an ve kapıya yöneldi.

  Haco ile birlikte gelen ve tanımadığı bir kadın ile başka bir erkeği içeri buyuran Ali, Haco ile birlikte gelenlerin kim olduklarını çok merek etmişti. Biraz sohbetten sonra Haco, kendisiyle birlikte gelen misafirleri tanıtmaya başladı. Birlikte gelen erkek misafiri bölge faliyetlerinden sorumlu arkadaş olarak tanıtan Haco, arkadaşın Erzincanlı olduğunu da sözlerine ekledi.

  Yaşar adlı bu misafir kısaca Kürdistanda ki gelişmelerden, önderliğin esaret ve tecrit koşullarıdan bahseden kısa bir konuşma yaptı. Konuşmasının sonunda, ulusal bir görev olarak her Kürdistanlının üzerine düşen görevleri askari olarak yapması gerektiğini belirtti ve Ali’ye bu konuda ne düşündüğünü sordu.

  Ali, ne diyeceğini bilemiyerek: – valla ne diyeyimki, doğru söylüyorsunuz diyerek sözü geçiştirmeye çalıştı. Haco, beraberinde gelen kadın arkadaşın ise İncow’lu olduğunu ve bir hastanede doktor olarak çalıştığını ve aynı zamanda PKAN (Platforma kurden anatolien navin) yöneticisi ve Kürdistan Ulusal Kongresi üyesi olduğunu söyleyince, oturduğu koltukta yayılmış olarak oturan Ali kendisini toparladı biraz.

  Dilan adlı kadın misafir kısaca, Orta anadolu kürtlerinin üzerindeki sistematik asimilasyon politikası hakkında bilgi verdi ve bu asimilasyona karşı Orta anadolu kürtlerinin de örgütlenmesinin önemini vurguladı. Bu konuşmaları can havliyle dinleyen Ali, bu konuşmalardan bayağı etkilenmişti fakat bir şey diyecek güç ve kuvveti bulamıyordu kendisin de.

  Ali, mutfağa giderek hazırladığı çayı getirerek misafirlerine servis etti ve kısa bir süre sonra misafirler hatır istiyerek ayrıldılar evden. Ali, gelen misafirlerin yaptıkları konuşmaları sabaha kadar kafasının içinde evirip çevirmeye  başladı  ve ilk kez, bir gece biletini gönül rahatlığı ile aldığına kanaat getirdi.

   Cuma sabahı erkenden uyanan Ali, Kopenhag tren terminaline gitmek için yola çıktı ve zamanından oldukça önce vardı tren terminaline.

   Ali, Stockholm’e gidecek olan  7-8 vagondan oluşan ve 12 numarali peronda bekleyen açık mavi renkli trenin orta taraflarında bir vagona belkide binen ilk yolcu oldu.  Boş bir kompartman bularak içine girip boş olan 4 koltuktan, sol tarafta ve pencere tarafında bulunan koltuğun hemen yanındaki koltuğa oturmadan önce beraberinde getirdiği bavulu andıran oldukça büyük valizlerden birisini hemen yanındaki boş koltuğa yerleştirdikten sonra diğer valizini de yukarda bagajlar için ayrılmış bölüme yerleştirdi.

  Karşısında bulunan iki koltuk şimdilik boş idi ve inşallah kimse gelirde oturmaz diye içinden dualar ediyordu.  Zaman geçtikçe yolcular yavaş yavaş trene binmeye başlamışlardı. Ali’nin oturduğu kompartmana şimdilik daha kimse gelmemişti ve Ali, inşallah kimse gelipte kompartmana oturmaz diye bir iki dua daha okudu içinden.

  Oturduğu kompartmanın kapısını açan biraz aşırı uzun boylu olan 60 yaşlarındaki düzgün giyimli olan top sakallı ve elinde kaliteli bir kahverenkli bir deri çantası olan bir yolcu, danca olarak Ali’nin  karşısındaki koltukları işaret ederek boş olup olmadığını sordu: – Ali ise, koltukların boş olduklarını ancak hemen yanında bulunan ve bavul bulunan cam yanındaki koltukta oturan yolcunun bavulunu koltuğun üzerine koyduktan sonra gazete ve içecek almak için dışarı çıktığını söyledi.

  Yeni gelen top sakallı yolcu tam bavulun  üzerinde bulunduğu koltuğun karşısında bulunan cam yanındaki koltuğa kurularak gazetesini açıp okumaya başladı. Yolcunun, Ali’nin tam karşısına oturmayarak ve de pek konuşkan  birine benzemiyor olması onu hiçte rahatsız etmiyordu ve aksine yol boyunca kafasını dinlendireceğini hayal ederek gizli gizli gülümsedi içinden.

   Ali, oturduğu koltuktan sol tarafındaki pencereden dışarı dışarı doğru bakarak trenin kalkacağı zamanı bekliyordu. O sırada kompartmandan içeri 25 yaşlarında üstü başı pek düzgün olmayan saçları uzun, bakımsız ve dağınık bir şekilde bir elinde kılıf içerisinde gitar diğer elinde de bir sırt çantası olan genç bir adam, Ali’nin karşısındaki yolcuya yanındaki koltuğun boş olup olmadağını sordu.

   Koltuğun boş olduğunu duyan genç adam önce gitarını yukardaki bagaj bölümüne yerleştirdikten sonra sonrada sırt çantasını koltuğun altına yerleştirerek koltuğuna oturdu öylece. Trenin kalkmasına çok az zaman kalmıştı. Ali bu yeni gelen ve karşısında oturan gence bakarak: –  neyse ki iyi birine benziyor dedi kendi kendine ve gözlerini gençten ayırarak sol tarafındaki pencereden dışarıya doğru bakmaya başladı.

  Trenin kalkmasına hemen hemen birkaç dakika kalmıştı ki  kompartmanın kapısından içeriye 50-55 yaşlarında orta boylu, gözlüklü, hafif tıknaz ve sakallı bir erkek içeri girerek Ali’ye doğru bakarak İsveççe olarak: – Ali’nin yanında üzerinde bavul bulunan koltuğun boş olup olmadığını sordu. Ali ise zar zor anladığı İsveççe ile bu koltuğun meşgul olduğunu ve bir yolcunun bavulunu koltuğun üzerine bırakarak gazete ve içecek birşeyler almak için dişarı çıktığını ve halen geri dönmediğini söyledi.

   isveç’li ise: –  ’’ Ja visst’’ ( tabi ki ) diyerek kompartmanın kapısını kapatarak hemen kapının öte tarafındaki yolcuların gidip geldikleri koridor gibi aralıkta ayakta dikilmeye başladı. Birkaç dakika sonra,  çalınan siren ile birlikte görevli memurların de trene binmesiyle kapılarını kapatan tren, yavaş yavaş hareket etmeye başladı. Ali, çok şükür tren kalktı ve biraz  sonra bavulumdan battaniye ve yastığımı çıkarıp ta Stockholm’e kadar rahat rahat uzanıp keyif çatarım diyerek geçirdi içinden.

  Ancak tren yavaş yavaş hareket etmeye başladıktan birkaç saniye sonra, kompartman kapısının hemen karşısında dikilmekte olan ve daha önce Ali’den yanındaki koltuğun boş olup olmadığını sormuş olan İsveç’li çok ani bir kıvrak hamle ile kompartmanın kapısını açarak yine çok kıvrak bir hamle ile Ali’nin yanında olan koltuğun üzerinde bulunan Ali’nin bavulunu kaptığı gibi, peron tarafına bakan pencereden dişarı doğru fırlattı.

  İsveç’li yaptığı bu işten çok gurur duyan bir eda ile Ali’ye dönerek: – vah vah, şanssız yolcu trene yetişemediği için yazık oldu ona, fakat yinede bavulunu kaybetmesin adamcağız böylece diyerek Ali’nin yanında boşalan koltuğun üzerine kuruluverdi.. Ali, şaşkınlık içerisinde çok kısa bir zaman içerisinde bu olup biteni büyük bir şaşkınlık içerisinde izlemiş fakat iş işten geçmişti. Pencereden atılan bavulun içerisinde ki battaniye ile yastığa değilde, giden takım elbisesine yanıyordu. 

  Tren, aheste aheste Stockhom’e doğru süzülüp giderken, Ali yarın yapılacak düğünde ne giyeceğini kara kara düşünüyordu.

 

 

Yusuf Z. Sütcü

Kopenhag, 4. Kasım 2020