Birinci yazıda Fransız ve Rus romanını ve dünyada bir numara olmasını yaratan koşulların, Kürdistan coğrafyasında daha fazlasının bulunduğunu, buna rağmen Kürtçe romanın gereken sıçramayı ve dünyada gelmesi gereken noktaya gelmediğini anlatmaya çalıştım. Bu yazıda da bunun sebeplerini mercek altına almaya çalışacağım. Soru şu: Kürdistan coğrafyasında yaşanan devrimin, onun güzel ve direnişçi çocuklarının romanı neden yazılamıyor? Yaşanan kadın devrimini neden yazarlarımız görmüyor? Neden bir Kobanê, Efrîn, Şengal, Mahmur direnişi romana, senaryoya dökülmedi? Hozan Serhat’ın yaşamı neden bir filme veya romana konu olmadı? Vs…
Öncelikle bu yavaş gelişmenin önemli bir halkasının dil ile alakalı olduğuna şüphem yok; çünkü roman, dilin kendisini vitrinlediği, ispatladığı ve sevdirdiği bir yazın türü. Romanın iyi anlatılması zengin bir dili gerektirir; bu dilin okuyucuyu kavraması, kendisini sevdirmesi gerekir ki bu da yazarın hüneri ve dil kapasitesi ile alakalıdır. Kürtçede dili iyi kullanan yazarlarımız çok az; çünkü yasaklı, elleri-ayakları zincirli bir dil. Yasaklı bir dil ile yazarken, yazarın üzerinde tutuklanma veya öldürülme korkusu varsa tabiki bir yere kadar bu dil başarılı bir roman yazamaz, gelişemez. Korku ve yasaklamanın kendisi bile bir sınırlamadır, oysa roman yazım türü sınırı ve korkuyu sevmez! Bu psikolojik baskı ile yazan bir yazarın bir şaheser yazmasını beklemek doğru olmaz.
Bu başlık altındaki ikinci halka da, yazarlarımızın hemen hemen hepsinin Kürtçe yazmayı sonradan kendi çabası ile öğrenmesidir. Bunun yaratığı olumsuzluğun aşılması elbete uzun bir süre alacaktır, bu süreçte çok başarılı eserler beklemek zor. Bu durumun doğal bir sonucu olarak da yazarlarımızın kendi köyünün ağzı ile yazmaya başlamış olmasıdır. Bu kendi içinde bir zenginlikte olsa, roman yazımının badanaj yapmasını beraberinde getirir. Hepsinin sonradan Kürtçe yazmayı geliştirmesi çok farklı yazım türlerini de ortaya çıkardı. Bir Kürtçe romanını okuyunca hangi bölgenin, hatta hangi ilin romanı olduğunu hemen fark edersiniz.
Yine, Kuzeyli yazarların çoğunda görülen özelliklerden bir tanesi de başka bir dil ile düşünüp Kürtçe yazmalarıdır. Bu sömürgeci dil ile eğitim almak zorundan kalmalarından kaynaklanmakta, romanın anlatımında, duygu harmonisinde, anlaşılmasında ve Kürtçenin köklerinden yeşermesine olumsuz bir etkiyi beraberinde getirmektedir.
İşin bir diğer yönü de, Kürtçe yazan yazarların işi amatörce yapıyor olmasıdır. Amatör yazar olmak onların bir suçu veya kusuru değil elbet. Hepsi yaşamını devam ettirmek için başka bir iş yapmak zorunda olduğu için yazarlığı bir hobi olarak yapmak zorunda kalıyor. Bu onların yaşadığı şartların bir zorlamsıdır ve çoğuda sürgünde yazıyor. Sürgün çarkları arasında yazmak bayağı sorunludur, coğrafyasından, halkından uzaktır, istediği derinliği yakalamaz, roman sanatının inceliklerini yazıya yansıtması zor. Ekonomik sorunlar ile boğuşan yazarın yazım sanatını geliştirmesi elbette kolay değil.
Bir başka etken olarak da eğitim düzeyi gösterilebilinir; eğitim düzeyi düşük olupta iyi eserler yazan insanlar elbette var ama kendi alanında eğitim görmüş insanların olması da yazım alanında bir sıçramayı beraberinde getirir.
Çok önemli gördüğüm bir etken de, birçok yazarımızın yaşanan devrimden kopuk olmasıdır. Devrim karşısında kendisini seyirci gibi gören, düşünsel olarak parçalanmış, verilen bedelleri görmeyen, görüp de içi yanmayan ve mücadeleye ısınmayan bir yazar kesimimiz var maalesef. Bu insanların düşüncelerini, ruhlarını ve bunların objektif göstergesi olan yazını yaşanan devrim ile özdeşleştirmemeleri istenilen gelişmeyi yaratmayacaktır. Böylece bir kesim yazarımız ile devrim arasında kırmızı bir hat çizilmiştir, çeşitli siyasi nedenler ile bu hatı geçmemeleri bu alanda bir kısırlığa neden olmakta ve halktan kopmaya yol açmaktadır. Halkından kopuk olanlar asla büyük iddia ve ürün sahibi olamazlar.
Kürtçe’nin devletsiz, sahipsiz, bir otorite ve araştırma kurumuna sahip olmaması, öksüz bir çocuğun haline benziyor. Şüphesiz bu durumun dile, sanata, yazımın gelişmesine, pazara doğrudan negatif bir etkisi vardır.
Bir eleştiri makam ve mekanizmasının hala gelişmemiş olması da roman yazım alanın önemli handikaplarındandır. Herkesin istediği gibi yazması, titiz davranmaması bir kalite düşüklüğüne neden olurken, uluslararası rekabet gücünden mahrum kalmaktadır.
Bütün olumsuzluklara rağmen Kürtçe romanı bir gelişme içindedir, bu beli bir süreci alacaktır, özellikle de özgür alanlardan dünya klasikleri ile rekabet edecek büyük eselerin çıkacağına dair umudumu hep sıcak tutuyorum.
Yazı daha önce Yeni Özgür Politika’da yayınlandı.