Türk Dil Kurumu (TDK), 2010 yılında, 7 bilim adamından oluşturduğu komisyonun çalışması sonucunda, yüzyıllardır kullanılan, “Kaşık düşmanı”, “Eksik etek”, “Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin”, “Devletin malı deniz, yemeyen domuz”, gibi 20 bine yakın ayrımcı ve küçük düşürücü deyim ve atasözünü yayınlarından çıkardı.
Oysa sözkonusu deyimler ve atasözleri, günlük hayatta geçerli bir zihniyeti ve pratiĝi dile getiriyorlar sadece; sözlükten çıkarılmalarıyla da, dile getirdikleri zihniyet ve pratik ortadan kalkmaz. Öyle olsa, bu deyimlerin sözlüklerden çıkarıldıĝı 2010 yılından bu yana, Türkiye nerdeyse hergün bir kadının yakınındaki erkekler tarafından öldürüldüĝü bir ülke olmaktan çıkardı.
Bu ayrımcı deyimlerden birini de, 4 Mayıs 2020 tarihinde Erdoĝan kullandı: “Ülkemiz içinde sayıları çok azalmış olmakla birlikte hâlâ varlıklarını sürdüren ‘kılıç artığı’ teröristlerin eylem arayışlarına izin vermiyoruz” dedi.
TDKsözlüĝünde “kılıç artıĝı” deyimi yok. Herhalde onu da 2010 yılında sözlükten çıkardılar. Ancak “kılıç artığı” deyimi Kubbealtı sözlüĝünde (http://lugatim.com/s/KILI%C3%A7) ayrıntılı olarak tanımlanmış:
1.Savaş sonrası sağ kalanlar, bir savaşta ölümden kurtulanlar, bakıyye-i süyuf: Kılıç artığı erler, balta artığı söğüt (Behçet K. Çağlar).
2. Eskiden müslümanlar tarafından ele geçirilen bir ülkede hayatları bağışlanan ve belli bir yere yerleştirilen, kendi gelenek ve göreneklerine göre yaşamalarına izin verilen azınlık.
Tanım yeterince açık, “müslümanlar tarafından ele geçirilen bir ülke” var ve orda “hayatları bağışlanan”lar var; demekki ‘hayatları baĝışlanmayanlar’ da var. O halde birine kılıç artığı dendiĝinde, kendisine ‘bağışlanan hayatı’ hatırlatılıp gözdaĝı mı veriliyor? Elbette! Çünkü baĝışlayan-baĝışlanan ilişkisinde, baĝışlanan tarafın hiçbir insiyatifi yoktur. Belirleyici taraf baĝışlayan taraftır ve istediĝi zaman baĝışlamaktan vazgeçebilir.
Ancak demokrasilerde devlet (başkanı)-vatandaş ilişkisi anayasa ve yasalarla belirlenen bir haklar ve ödevler ilişkisdir. Baĝışlayan-baĝışlanan ilişkisi deĝildir. Onun için, hiçbir demokrat ülkenin başkannın söyleminde, kılıç artığı gibi birçok çaĝrışıma neden olan deyimlere yer yoktur.
Siyasi bir yazı yazmak niyetinde deĝilim. Sadece bu ayrımcı deyimlerin ne kadar yaygın olduĝunu göstermek istiyorum.
“Kürtten evliya koyma avluya!” deyimini Google’da aradığımda, 53 saniye içinde tam 6 590 sonuç görüntülendi. Başka ayrımcı deyimler için arama yapıldıĝında da aynı yüksek sonucu alıyorsunuz. Yani azınlıklar ve diĝer kategoriler konusundaki ayrımcı deyimler ve atasözleri Türkçe’de çok yaygın.
https://ayrimcisozluk.blogspot.com adlı bloga bakarsanız, her halk grubu için çok sayıda ayrımcı deyim bulacaksınız. Birkaç tanesini burda sıralayalım:
- “Kürt, balta ile saat onarır.”:
- “Kürde paşalık gelmiş, kılıcını bileğinde sınamış.”
- “Kürt getirdiğini yemez, yemeden de gitmez.”
- “Kürde el ver kol ister, yatmaya yer ister.”
- “İki eşek bir Çerkez”
- “Ermeni feneri gibi dönmek”
- “Ermeni gelini gibi kırıtmak”
- “Erindiğinden Ermeni’ye dayı demek”
- “Çingene’den çoban, Yahudi’den pehlivan olmaz.”
- “Çingene kızı hatun olmaz, dilenmezse karnı doymaz.”
- “Şecaat arz ederken merd-i kıpti sirkatin söyler.”
Bu tür deyimler sadece Türkçe’de bulunmuyor. Blogda, başka dillerde Türkler için çok sayıda deyim orjinal dillerinde de sıralanmış:
- “Türk gibi küfretmek” (“Bestemmia come un Turco”),İtalyanca bir
- “Türk gibi mi görünüyorum?” (“هل أبدو مثل الترك”) Arapça bir deyim.
- “Irgat Türk” (“Türkenknecht”), Almanca bir deyim.
- “Türk müsün? (“թուրք ե՞ս”):“Aptal mısın?” anlamında Ermenice bir deyim.
- “Türk zevkinde” (“turquerie”), “kaba, zalim ve açgözlü” anlamında Fransızca bir deyim.
Yani demem o ki bu ayrımcı deyimler, az ya da çok her dilde bulunuyor. Türkçe’de de bulunması normaldir. En az 600.000 Ermeninin katledildiĝi bir ülkede konuşulan bütün dillerde de bulunması normaldir. Kürtçe’yi de bunun dışında tutmuyorum.
Peki nerden ve nasıl üretiliyor bu sözler?
Murat Belge, “Osmanlı Imparatorluĝu büyük bir savaş makinesidir.” demişti. Savaş da sadece “silahlı çatışma” demek deĝildir; bir nedeninin de olması gerekir. Bu da öyle sıradan bir neden olmaz. Öyle haklı(!) ve güçlü olacakki savaşı meşrulaştıracak ve binlerce askeri cepheye (yani ölüme!) kendi istekleriyle gitmeye ikna edebilsin. Bu “neden” çoĝunlukla askeri ve siyasi kadrolar tarafından kurgulanırdı. “Dine saldırılıyor”, “küffar memeleketimize taaruz edecekmiş” gibi ciddi nedenlerdi(!) bunlar. Yani halkların birbirine karşı düşmanlık ve önyargılar (ve ayrımcı deyimler) üretebileceĝi bir ortam yaratılırdı.
Yavuz Selim’in tahta geçmesiyle de sistematik Alevi katliamları başlar. Yavuz’un sarayında önemli görevler alan Kürt Idrisi Bitlisi (doĝumu tartışmalı, tahminen 1452-1457?, ölüm 1520) Yavuz’un hayatını anlattıĝı “Selim Şahname” adlı kitabında, Kızılbaşların ‘katledilmeleri’ gerektiĝinin gerekçelerini(!) sıralar. Yani Osmanlının yüksek makamlardaki bir memuru, Yavuz Selim’in fikirlerine itibar ettiĝi Idrisi Bitlisi üretiyor bu önyargıları. Anlayacaĝınız bizatihi devlet bu işin içinde.
Yani bugün Aleviler hakkındaki yaygın önyargılar öyle bir günde oluşmadı ve yakın geçmişteki Alevi katliamlarının içinde de devletin elinin olması şaşırtıcı deĝildir.
Cumhuriyetin kurucu kadrolarının sonunda üzerinde hemfikir oldukları nokta “Türk, müslüman-sunni” bir ulus yaratmak olmuştur.
“Türk, müslüman-sunni”lik yüceltilirken, diĝer halk ve inançların deĝersizleştirilmesi için başvurulmadık yol bırakılmadı. Cumhuriyetin kurucusu Atatürk’ün birkaç sözü işin özünü gösteriyor:
“Bir Türk dünyaya bedeldir”
“Türk milletinin karakterine ve adetlerine en uygun olan idare, Cumhuriyet idaresidir.”
“Biz doğrudan doğruya milletseveriz ve Türk milliyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı, Türk topluluğudur”
Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt’un iki sözü de şöyle;
“Türk’ün en kötüsü, Türk olmayanın en iyisinden iyidir.”
“Benim fikrim, kanaatim şudur ki, bu memleketin efendisi Türk’tür. Öz Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır, o da hizmetçi olmak, köle olmaktır”
Madalyonun bir yüzü devletin dilinden bir kavmi yüceltiltici sözlerin edilmesi ise, diĝer yanı, ‘diĝerlerinin’ deĝersizleştirilmesi olur ancak. ‘Yüceltmenin’ geçer akçe olabilmesi için ‘diĝerlerinin’ kendilerini ‘deĝersiz’ görmeleri gerekir. Sömürgecilerin, sömürgelerine söyledikleri “size medeniyet getiriyoruz” sözünün mesaji da budur: Ben medeniyim (yüceyim), sen ise medeniyetsizsin (deĝersizsin). Bu aslında Kürtler için tanıdık bir haldir. Güzel Türkçe konuşmak için olaĝanüstü bir çaba sarfeden Kürtlere hayatınızın bir yerinde tanık olmuşsunuzdur mutlaka. ‘Deĝersiz’ Kürt ‘yüce’nin dilini bir ‘yüce’ gibi konuşarak kendini yüceltmektedir(!)
Bu ayrımcı deyimlerin ‘tedavülden’ kalkması, öyle sözlüklerden çıkarılmalarıyla gerçekleşmez. Öncelikle, bunları üreten toplumsal ortam ve geçmişle yüzleşmek, hesaplaşmak gerekiyor. Hesaplaşma ya da yüzleşme ha deyince başlayan bir süreç deĝildir. Bu elbette radikal siyasal, toplumsal bir dönüşümü gerektiren bir süreç.
Bunun yanında toplumun vicdanı olan sanatçı ve entellektüellerin cesaret edip hakikati anlatmaları, yüzleşmenin önemli yanını oluşturur.
Amerikan sineması, Amerika’nın Viyetnam’daki kirli ve haksız savaşı üzerine yüzlerce film yaptı. Almanlar, Hitler Faşizmi üzerine yüzlerce film ve belgesel yaptı ve yüzlerce kitap yazdı. Oysa Türkiye’de daha Dersim katliamı ya da Ermeni Katliamı üzerine bir film yapılmadı. Bırakın film yapmayı, yurdışında yapılan filmlerin gösterimi dahi yasaklandı.
Işin siyasi yanına en güzel örnek de Willy Brand’ın Yahudilerden af dilemesi. 7 Aralık 1970’te, Batı Almanya Başbakanı Willy Brandt, Varşova Gettosu Anıtı’nın önünde diz çöktü ve Yahudi Soykırımı için özür diledi. 1971 yılında da Nobel Barış Ödülünü aldı.
Sonuç, Türkiye gibi kendisiyle, tarihiyle yüzleşme gücü ve cesareti olmayan, hele hele resmi olarak en yüksek düzeyde özür dilemeyi düşünemiyecek kadar ‘burnu havalarda’ ülkelerin vatandaşları, ‘ekmek’ ve ‘iyi bir gelecek’ için, kültür ve tarihleriyle yüzleşebilen ülkelere göçmek için hayatlarını bile göze alabiliyorlar. Sosyal Demokrasi Vakfı, SODEV’in “Türkiye’nin Gençliği Araştırması Raporu”na göre fırsatını bulduĝunda kapaĝı yurtdışına atacağını ifade eden gençlerin oranı, “CHP’ye oy veren gençlerde %74,4’e, İyi Parti’ye oy veren gençlerde %68,8, henüz oy kullanmayanlarda yine %68,8, MHP’li gençlerde %68,6’ya yükseliyor.” (http://sodev.org.tr/sodev-turkiyenin-gencligi-arastirmasi-raporu-aciklandi/)