Stockholm’ün göbeğindeki Konserthuset salonunda oturunca kendinizi bir anlıkta olsa eski Roma sarayında veya küçük bir gladyatör sahasında hissedersiniz. Duvarlarındaki motifler sizi eski Yunan veya Roma’ya götürür. Sahne arkası ise büyük bir piyanoyu andırır, piyanon tuşlarına bağlı silindirler, duvarda sıralanır. Onun her iki yanında klarnet veya bizim zurnaya benzer sarı bakırdan şekiller duvarlara çakılmıştır. Bu dekor insanı asla rahatsız edecek durumda değil, aksine insanın ruhiyatını dinlendirecek bir şekilde yerleştirilmiştir. Dakikalarca seyretmekten doyamasınız.
Üç katlı salon tıklım tıklım dolu, dinleyiciler sessizce oturmuş, orkestranın ısınma havalarını dinliyor. Müzisyenler aletlerini deniyor ve yerlerini almaya çalışıyordu. ‘Hoşgeldiniz’ sesinin kesilmesi ile beraber genç bir delikanlı mütevazi bir şekilde içeri girince, bütün orkestra ayağa kalktı ve hazırol bir şekilde beklemeye başladı. Genç adam önce baş taraftakini sonra da onun yanındaki kadın gitaristin elini sıktıktan sonra diğer sanatçıları el işaretleri ile selamladı ve bizlere dönerek ellerini öne açarak selamladı. Dikkatimi çeken hareket gencin başını veya gövdesini öne eğmemesi idi.
Oturan genç piyanist ve orkestra şefi (dirigent) Lavah Shani idi. 1989 yılında Tel Aviv’de dünyaya gözlerini açmış. Daha altı yaşında iken Hannah Shalgi’den dersler almaya, Arie Vardi’de Buchmann-Mehta School’da ve Berlin’de eğitimine devam etmiş. Orada ünlü piyanist ve orkestra şefi Daniel Barenboim’den dersler almış. Genç Shani müzik dünyası tarafından bir “varlık” olarak görülüyor. Daha otuz yaşına gelmeden dünyanın ünlü orkestralarına şeflik yapmış. 2016 yılında Hollanda’da tarihin en genç orkestra şefi olarak Concertgebouw Orkestrası’nda çalışmaya başlamış. London Symphony Orkestrası ile Frankfurt, Paris ve İsveç Kraliyet orkestra şefliği yaptı/yapıyor. Biliyorum bize biraz uzak bir konu ama önemli.
Stockholm’de W. A. Mozart (1756-91)’ın piyano konserinin 20 nolu d-moll KV 466 (1785) da Allegro, Romance, Allegro Assai’yi 34 dakikada yönetirken doğrusu insanları kendisine mest ediyordu. Müziğin ritmi ile vücudumuz bazen geriliyor, bazen de gevşiyordu. Hünerli parmakları ile piyanonun tuşlarına basıyor, elektriğe çarpılmış gibi başını çırpıyor ve aniden orkestrasının sol ve sağına elleri ile ani komutlar veriyordu. Ellerini bazen sağa-sola sert vururken bazen de müziğin dingenliğini kelebeğin kanatları gibi sakin ve sesiz yumuşatıyordu. Onu dinler ve seyrederken halimizi düşündüm. Bu kadar genç olan biri dünyayı parmak uçları etrafında gezdirirken ilk aklıma gelen bir anımı hatırladım.
Yıllar önce Stockholm Kürt Enstitüsünde çocuklara müzik eğitimi bir kurs vermeyi planlıyorduk. Saz, keman, klarnet vs. Bir hemşehrimize durumu açtım ve çocuğunu göndermesini istedim. Oda: ”Hew, müziği ne yapacak?” diye yanıtlamıştı. Üzerimden soğuk sular dökülürken, dünyanın en itibarlı, paralı ve geçerli olan sanatında diğer halklar ile aramızdaki yaklaşım farkını ölçmeye çalıştım. Ne kadar geri olduğumuzun acısını tekrar yaşadım. Bu arada Allegro Assai bölümü de bitikten sonra salonda bir alkış tufanı koptu. Gülecen genç piyanist bizleri selamlayarak gitti ama tam beş dakika alkış tufanı bitmedi. Shani üç defa geri gelerek seyircileri tekrar selamlamak zorunda kaldı.
Shani, Joseph Haydn (1732-1809)’dan Adagio, Allegro, Andante’yi dinletmeye başlayıncaya kadar ben hala düşünceler deryasında idim. Biz büyüklerin, çocuklara emek vermediğini; onları yönlendirmede başarılı olmadığımızı düşündüm. Onlara para vererek günü kurtarmaya çalışıyoruz ama bu yeterli değil. Çocuğun kabiliyetini en iyi anne ve babaları bilir. Bu kabiliyete göre onları yönlendirsek, evlerimize gerekli aletleri alsak, özel kurslara ve kabiliyetlerine göre okullara kayıt etsek inanınki Kürtler dünyaya nam salar durumuna gelir. Bu müzik olur, futbol olur, resim olur veya başka bir sanat dalı olur fark etmez ama ile de olmalı.
Marifetli müzisyenlerimizi düşündüm. O kadar iyi sanatçımız var ki Luciano Pavarotti’den, Michael Jackson’dan, Madonna’dan ve Shani’den geri kalmaz ama sahipsiz, örgütsüz, eğitimsiz ve devletsiz. Sanatçılarımızın en büyük eksikliğinin eğitim olduğunu düşünüyorum. Sanatçı adını alanların ne edip edip bir konservatuara gitmesi gerekir. İşin kolayına, para ve ün hırsına kapılanların eğitimi bir kenara bırakması, sanatçılarımızın uluslararası arenada başarılı olamamasının en büyük nedeni. Yeterli eğitim alan Shani ise sanatının gücü ile burnundan kıl aldırmayan İsveçlileri beş dakika ayakta alkışlattı ve bedenini onlara karşı eğmeden çekip gitti.
Şoreş Reşî
Yazı daha önce Yeni Özgür Politika