Orta Anadoludaki Kadın Dengbejler / Şoreş Reşî

Kürt coğrafyası tarih labirentinde hep yaralı ve kanlı olmuştur; o topraklarda yaşayanların gözünden yaş, gönlünden keder hiçbir zaman eksilmedi. Tarihe ün salmış misafirperverlikleri, mertlikleri ve hoşgürülü dinleri ile herkese kapılarını açmış ama hep sırtlarından hançerlenmişlerdir. Dağdan gelen bağdakini kovar misali, gelenler Kürtleri yurtlarından kopararak her birini dünyanın diğer bir ucuna savurmuştur. Kürt tarihi bu savrulmalar ile doludur… Bu nedenle Afganistan dan tutun Alevi Dağlarına, Hındistan tutun Orta Anadoluya kadar kardeşler dağılmıştır. Yollara düşen insanlar o günün şartlarında acılarını kayıt etme imkanı bulmadı, acılarını belleklerine kazarak veya bunları dillerindeki ağıtlar ile tarihe maletmişlerdir.

Yaralı coğrafyadan zorla çıkartılarak, yerleştirildikleri alanlardan biri olan Orta Anadolunun en ücra köşelerinde kalmış olan ünsüz, boynu bükük, fakir ama gönülleri deryalar kadar büyük olan kadın kültür yaratıcılarından bahsetmeye çalışacağım. Belki dünyadaki en güzel seslere sahip idiler, en iyi ağıtları, makamları derlemişlerdir ama boynu bükük kaldılar ve öylece de öldüler. Onların şaheserlerini alıp okuyanlar zenginliklerine zenginlik, şan ve şöhretlerini artırırken onlar bir ekmeğe muhtaç, dört duvar arasında kalarak dünyaya veda ettiler. Bize veda edenler üretirken, sayıları çok az da olsa ondan sonra gelen bayan hozanlarımız onların mirasını yeni nesillere ulaştırmaya çalışıyor. Bu hozanlarımızın köy ve bölge sınırlarını aşmalarını bile bir başarı saymak gerekir çünkü toplum çok baskıcı ve kalıpçı. Kendi kalıbı dışına çıkanı affetmeyip hemen bir kenara iten nitelikte olup yaşam şansı vermemektedir.

İşte bu kalıp içinde, mütevazi bir şekilde köyünde yaşayıp, şaheserler meydana getiren bu kültür emekçilerine nasıl bir isim verilmesi gerektiği konusunda tam bir fikir sahibi değilim. “Dengbej” mi desek, kültür yaratıcılarımı, tarih taşıyıcılarımı, yoksa qadim dilimizi koruyan ve bugüne kadar getiren anaokullarımı desek tam bilmiyorum. Belkide en doğrusu bütün sıfatları bu isimsiz kahramanlar için kullanmaktır. Onlar üretti, öğretti, günümüze kadar getirdi ama biz yeterince sahip çıkmadık. Ne onlara sahip çıktık nede ürettiklerine! M. Arif Cizrewi, Meyrem Xan, Eyşe Şan gibi ölmez sanatçılarımızın biraz şansları vardı ki ürünleri kaldı ama kendileri boynu bükük, yokluk, sefalet içinde bize veda etti. Diğerlerinin ne namı, ne şanı, nede ürünleri kaldı. Yeterince sahip çıkmayışımız, deryalar kadar zengin olan sözlü kültürümüzün büyük kayıpları hanesine yazılacak elbette, bu aynı zamanda hepimizin kaybıdır da.

Onlar, onyıllar önce, sesiz yağan yağmur gibi damla damla kültür ırmakları oluşturdular; coğrafyamızın en ücra köşelerinden akarak sözlü kültür deryamızı oluşturdu; sahip çıkmış olsaydık dünyanın en zengin kultürüne sahip olacaktık ama bunu beceremedik galiba! Benim de, Celil ailesi ve Mehmet Bayrak gibi her yere ulaştığım sanılmamalı, ulaşabildiklerim ve kurtarabildiklerim sadece büyük denizin yanındaki bir gölcük gibidir.

Kürt kadınlarının hemen hemen hepsi dengbejdir desek yeridir. Toplum içindeki dini baskılar, ailevi ve erkek baskısı ile hegemonik zihniyetin asimilasyoncu politikası bu değerlerin köy sınırlarını aşmasının önündeki en büyük engellerdir. Bu nedenle büyük bir kültür potansiyelimiz köreltilmeye ve çürümeye terk edilmiştir. Bu temelde, Orta Anadoludaki Kürt kadının aşk türküleri söylemesi hemen hemen yasaktır, ayıptır veya namusa leke getirme anlamını taşır. Aşık olma hakkı yoktur. Eğer aşık olmuş ve aşkı için türküler söylemiş ise, bunların büyük bir bölümü ya ölümünden sonra yada yaşlanınca ortaya çıkar. Toplum, gelenekler ve inkarcı devlet politikalarının uc zaptiyeleri bu potansiyel kültürün ortaya çıkmasını topyekün afaroz etmiştir. Bunun en iyi örneğini Orta Anadoluda bir köy olan Gundi Ome den verebiliriz. İki genç birbirini sever ama kızın ailesi oğlan fakir diye kızı vermez. Herkes kendi yoluna gittikten yıllar sonra adam hastalanır ve ölüm döşeğine düşer. Son isteği sorulduğunda sevdiği kadını son kez görmek istediğini söyler! Gidip kadından rıca ederler, kadın hatırlarını kırmaz gelir, son kez onu görür ve halini sorduktan sonra sevgilisi son nefesini verir. Bu aşk trajedisine benzer belki yüzlerce olay yaşanmış ve üzerine binlerce türkü yakılmıştır. Ama çoğu kaybolmuştur. Bunlardan bir diğeri aynı köyden 1925 yılında Eşa Mil Xelîl, köylüsü Mehmî Omî Milê ye aşık olur. Benzeri nedenlerde aşıklar birbirini kavuşamaz ama Eş ‘Bırti’ türküsünü söyler ve aşkını ölümsüz kılar. Bugün bu türkü bütün Kürdistan coğrafyasına dağılmış ve çoğu kişinin dili üzerindedir. İki kıtası şöyledir:

Baran barî erd miş mişî

Lawikî can î torbû ling terişî

Lê xelkê gotin çiqesî xagê

Min go lawikî cahîlê di xwe qerişî

Birtî Birtî qûrban Birtî

Birtî Birtî heyran Birtî

Lawik jelda hat û xwe bakir

Dûmanê cixalê lixwe belakir

Xelkê gotin va çiqesî xagê

Min di kelpê xwe de 33 caran maşallah kir

Birtî Birtî qûrban Birtî

Birtî Birtî heyran Bırtî

….

Birbaşka örnek te Cihanbeyli ye bağlı Kûtiga Köyünden olan Azîma Ûsî Boxê şahsında yaşanır. 1930 yılında amcaoğluna gönlünü kaptırır Azime, ama amcaoğlu Qeremanê Hemki Silimê önceden evlidir. Aşk bu! Sınır, kanun, töre, ayıp dinlemez ve bütün bariyerleri kırararak ona kaçar. Kumalığı kabul eder. O na kaçmadan önce aşkı için dillendiridiği türküleri hala dillerde ve şöyle der:

Lo lawikî eskerê, lo lawikî eskerê

Ma salê siftê bi îzîne were

Î ku bîlmezî min nasnekê

Î bi elbîsî sûbaya bi şîrîtê zerê

.

Orta Anadolu da ki Kürt gelenekleri, dini baskı ve egemen siyasetin inkarcı yaklaşımları aşk türkülerinin önündeki en büyük engeldir. Açığa çıkmaması, toplum arasında yayılmaması, dillere düşmemesi için aile ve toplum her türlü baskıyı uygular ve bu herkes tarafından kabul görür. Bindebir çıkan asi aşıklar hariç, büyük oranda yasaklama amacına ulaşır ve üzeri kapatılır. Aşkın üzerine bütün olanaklar ile korku salınırken, ağıt veya kahramanlık türküleri söyleyenler ise el üstünde tutulur, onlar ile gururlanılınır ve teşfik edilir. Bununla ilgili bir örneği Bildux Köyünden verebiliriz.

1914 te başlayan birinci dünya savaşında, Bildux (Cihanbeyli) köyünden dan olan Rawa Hemike üç evladını ve kocasını savaşta kaybeder. Sabah erkenden kalkan Raw, evinin önünde veya köyün ortasında yüksek sesle çocukları üzerine ağıtlar yakarmış. Hergün söylediği için hernekadar köylüler ‘deli’ lakabını takmışsa da toplum onu hep yüceltilmiş ve o da hiç susmamış. Son nefesini verinceye kadar çocuklarını anmış ve yaratığı sanatı ile beraber gömülmüş. Üretiği olağanüstü ağıtlarından sadece birkaç kıta bugüne kalmıştır. Onlardan bir tanesinde şöyle der:

Hesen berxo Gelîbolû dibên loo, cîh û warekî tengê loo

Kurşûna wî kafirî kafiro loo, ê bê dengê loo

Hesen berxê seda rabûm loo, bîna bê te loo

Ve re şînga şînga loo, caniyê şê te loo

Ez a hersê berxên xwe loo, bi xwe re bi heval kim loo

Min alê çiyê kafirê kafirî loo, di dû min te loo

Yê ku Hesen, Pişar, Osê loo, min nasnekê loo

Li seri fesa osmaniya loo, li navê şete ecemê loo

Buna benzer bir ağıtı da başka bir köy olan Yukarı Şexika Köyünden (Polatlı) olan Gule den duyarız. Gule hala yaşıyor ve ağıtını kendi sesinden dinledim. Kocası olan Hesene Ezime üzerine söylemiştir. Hesen, geçliğinde sevdiği kızın başkasına verilmesi ile silaha sarılır ve sevdiğinin nişanlısını öldürür. Dağa çıkar. Kaçak olarak yaşadığı yıllarda Gule ile evlenir. Ama bölgenin feodal ağaları imza toplayarak hukümete başvurur ve Hesen’in ortadan kaldırılmasını isterler. Sonunda köydeki bir evde etrafı askerlerce sarılır, yaralı ele geçer ve sonra ölür (1967). Hanımı Gule de o sıra hamiledir, dört duvar arasında, tek başına bebeği ile kalır. Ağıtlarının bir tanesinde şöyle der:

De qurban dîya te tune, lo ku bê: Anê!

Xweng tune, bê: bıraye min î pewlan kanê?

Xelk bi qurban bê, xwîna xwe rijî lı çîyaye Sindiranê1

Hewar kuştin! Sewa lê Meyra Xanê

Lo qurban tu Hesen nine, tu Besirî

Tirkî Çîto lêxist lo tu kesirî

Wextê tirkê Çîto li şêr-egîtê min xist

Çû xwe li ser şêr egîtê lo min pesinî

….

Bu ağıtta insanı kahreden başka bir yön de buluruz. Türküde de geçtiği gibi Gule: ”Çito’lı (Çatak) kahramanımı vurduktan sonra gidip kedisini meth etti…” diyor. Oysa Çatak’ lının (Wan) da Kürt olduğundan habersizdi. Türk askeri içinde, onların elbisisini giymiş ve silahını almış birinin sadece bir Türk olacağını düşünerek ve Çatağın da bir Kürt ilçesi olduğundan habersiz ağıtını okuyor.

Başka bir örneği de Haymana ya bağlı olan Depeköy (Teriki) köyünden vermek mümkün. 1920 yıllardan sonra Atatürk ve bölge feodal ağalarına karşı isyan bayrağı kaldıran Xele Deli Pepe, Kara Mustafa ve arkadaşları ”af çıktı”sözü ile kandırılarak (1926) teslim alındı. Herzaman olduğu gibi yine sözlerini unutanlar isyancıların kafalarını keserek M. Kemale gönderdi. Kara Mustafanın kız kardeşi Men birkaç ünlü ağıtla ifade bu olayı eder ama türkülerin çoğu bugün unutulmuştur. Kalanlarda dilden dile dolaşır ve halkın gurur kaynağıdır:

Horê horê Qerê Mistefa horê

1700 sîyarî Balê re ketiyê xorê

Peya be werê Yaylê Bûmsizê

Wesaniyê xwe heyne li malê Torê

Xalê Betel ê, xalê Betel ê

Kostekê saatê bi ser xwe de berdayê tel bi telê

Qezê Balê bangê ye Haymanê kir

Gotin: lêxin emira Kemel e

Görüldüğü üzere, geçmişte Orta Anadoluda bu alandaki iki tür sözlü türkü kültürü vardır: Aşk üzerine üretilen kültürün üzerinde büyük bir baskı oluşturulurken ve ve her türlü baskı ile boğdurulmaya çalışılırken kahramanlık ve ağıt türküleri de tam tersine yayılmaya çalışılmış. Biri akrabalarının başını eğerken diğeri onları gururlandırmış. Bu tür türkülerin dışında, kadınlar tarafından küçük çocuklar üzerine söylenilen binlerce tekerleme vardı ki bugün bunlardan eser kalmadı. Bir tanesini bile bulmak mümkün değil artık. Bu yeri doldurulmayacak büyük bir kayıp. Ayrıca okul öncesi çocukların zekasını geliştirmek için yaratılan binlerce zeka bilmecesi vardı ama hepsi tarih oldu. Bunlara benzer onlarca çeşit türkümüz vardı ama asimilasyon canavarı yavaş yavaş hepsi yuttu ve yok etti.

Gunümüzde durum geçmişten çok daha da kötü! Çünkü; geçmişte herşeye rağmen yüzlerce asi aşık ortaya çıkmış, türkülerini her türlü baskıya rağmen topluma yansıtmıştı. Bugün bu da hemen hemen ortadan kalkmış. Eskiden bir köyden onlarca kadın ”şare-”hozan çıkarken şimdi bir elin parmaklarını bulmaz. Var olanları saymaya çalıştım ama aklıma büyük usta Kürt Remzi’nin kızı Tulay Koç ve Hozan Figen dışında kimse gelmedi. Yüzlerce erkek türkücü olduğu halde bayan hozanların sayısının üçü bulmaması düşündürücü! Bu da toplumuzun daha baskıcılaştığını ve geriye gittiğinin işareti. Demek ki kadın üzerindeki baskı dahada artmış ve sanatımızın anadamarı kesilmiştir. Bu kaynağı kurutan en büyük sebep; devletin asimilasyoncu ve inkarcı politikası ile kol kola olduğu feodal zihniyetin kendisidir.

Sonuç olarak sormak isterim, dağdan gelip de bağdakini kovanların amaçlarına ulaşmasına izin mi vereceğiz, yoksa külütürümüze sahip çıkarak kaybolmasını mı önleyeceğiz? Karar sizin…

Şoreş REŞİ

2018.11.05

1 Polatli ya bağlı bir köy ve dağ.