’’ Öykü ’’
SAAT ÜCRETİM EN AZ 500 DKR. !
Metin, o sabah yine hergün olduğu gibi çalar saatinin tam saat 09’da acı acı çalması ile zorlanarakta olsa gözlerini yavaş yavaş açmaya çalıştı. Önceki gece saat: 23’te sahibi olduğu pizza dükanını kapattıktan sonra temizlik işlerini yapmış ve daha sonra ancak saat: 24.00’e doğru evine varmıştı. Eve geldikten sonra birşeyler atıştırdıktan sonra salona geçerek saat: 02’e kadar televizyonda birşeyler izleyerek zamanını geçirmeye çalışmıştı. Yorgun argın bu geç saatlerde eve vardığinda eşi ve 10 yaşındaki kızı ile 8 yaşındaki oğlu uyumuş bulunuyordu. Sabahları ise uyandığında çocuklar okula gitmiş oluyor ve onları ancak hafta sonları sabahları işe gitmeden önce görebiliyordu. Hem eşi ve hemde çocukları bu durumdan çok şikayetçiydiler, çocuklar babalarını ancak hafta sonları sabahları az bir süreliğine görebiliyorlardı. Metin kahvaltısını hızlı bir şekilde yaparken bir taraftan da, işe gitmeden önce toptancıya uğrayıp bazı eksik malları almaya gidip gitmemeyi içinden geçiriyordu ki, eşi Halime; – Çocuklarımızın böyle babasız büyüyüp gitmelerine nasıl razı olabilirsin ? Senin haftada en az bir gün tadil yaparak çocuklarmız ile beraber zaman geçirmen gerekiyor diye söyledi ve sözlerine devamla: – Bilhassa kızımızın sana çok düşkün olduğunu ve babasının sevgi ve şevkatine çok ihtiyacı olduğunu ayrıca hergün okuldan geldikten sonra sürekli babam ne zaman eve gelecek diye sorduğunu da sözlerine ekledi. Eğer bu bu böyle devam ederse çocuklarının babalarına çok yabancılaşacaklarını ve bunun çocukların kişilik gelişiminde kötü sonuçlara yol açacağını ve bunun çocukların ilerde yaşamlarını olumsuz yönde etkiliyeceğini de söylemeyi ihmal etmedi Halime. Buna karşılık Metin ise; – Eee ben ne yapayım, dükkanı mı kapatayım? Bu evin geçimini nasıl yapacağım, hele bir söylesene?. Çocuklarımız ile de sen ilgilen bari diyerek cevap verdi. Zaten bu Covid 19 sürecinde elaman bulmakta sıkıntı çektiğini ve işlerinde pek iyi gitmediğini ve bu gidişatın ne kadar da süreceğini bilmediğini de sözlerine ekledi Metin. Metin’in keyfi yine kaçmış ve morali yine çok bozulmuştu, o kadar işin gücün arasında bir de çocuklarla nasıl ilgilenmeye zaman bulacaktı ki? Sanki kendisi ’’çocukken onunla ilgilenen birileri varmış’’ da diye geçirdi içinden. Babası, daha Metin 6 yaşındayken avrupaya gelmiş ve babasını ancak iki üç yılda bir izine geldiğinde görebilmişti. Daha sonra yıllar geçtikçe babası ile olan ilşkileri iyice soğumuş ve 40 yaşına gelmesine rağmen hala sıradan bir kişi gibi görüyordu babasını ve babasına yönelik herhangi bir his de taşımıyordu artık. Metin, kendisini babasız olarak baba sevgisinden uzak olarak büyümüş olarak görüyordu, ne zaman babası ile sıcak bir sohbet eden birini görse içinde hüzünlü ılık bir sıcaklık aktığını hissediyordu. Metin, canını sıkan bu Halime’in nerdeyse hergün tekrar eden şikayet ve sızlamalarından iyice bunalmış olarak lokmalarını hızlıca çiğneyerek kahvaltısını acele olarak sonlandırdı. Metin tam evden çıkmak üzere iken Halime’ye dönerek, birazda yüksek bir sesle; – Eee, çok istiyorsan dükkanı satayım ha? Bu dükkanı almam için ısrar eden sen değilmiydin? Hem sen kendi kuzenini sürekli olarak bana örnek gösterip onun çok parası var köyde iki katlı villa yaptırdı, ayrıca Alanya’da da yazlık aldı diyen sen değilmiydin? Bu sözleri duyan Halime alttan almaya başladı; – Tamam kocacığım, inşallah ortalık biraz sakinleşir de ekstra bir işçi bulursun da eve daha erken gelip çocuklarınla biraz daha fazla zaman geçirirsin diyerek ortalığı biraz yatıştırmaya çalıştı. Metin bu sözlere bir cevap vermeden ayakkabılarını aceleyle giyip evden çıkmak üzere iken, Halime; – Bak Metin nerdeyse unutuyordum, kızımız bugün saat; 14’de okuldan eve geliyor. Bir telefon edip kendisi ile hiç olmazsa telefon ile de olsa biraz sohbet etsen iyi olur kocacığım dedi, Hasan ise: – Tamam tamam, o kadar işin arasında zaman bulmaya çalışacağım diyerek dükkanını açmak için evinden çıktı. Metin hergün rutin olarak yaptığı gibi dükkanını tam saatinde açmıştı. O gün bazı mallara ihtiyacı olmasına rağmen toptancıya gitmeye üşenmişti. Ufak tefek tüm işlerini yapıp tam saatinde müşterilerin gelmesi için dükkanın kapısını açmıştı. Zaten Covid 19 nedeniyle dükkanda fazla iş olmuyordu son zamanlarda. Öğleden sonra içeride birkaç müşterisi oturuyorken aniden cep telefonu çalmaya başladı ve işini acele ile bitirip tam tefonu alacak iken telefonun kapandığını gördü Metin. Telefonun ekranında arayan numaranın kendi ev numarası olduğunu gördü. Evine telefon etmek için numaraları çevirmeye başlamıştı ki, içeriye bir müşterinin içeriye girmesi üzerine telefonu kapatmak zorunda kaldı. İçinden, müşteri gittikten sonra ararım diyerek söylendi kendi kendine. Aradan epey bir zaman zaman geçtikten sonra, içerdeki müşterisi dışarı çıkmak üzere iken cep telefonu tekrar çalmaya başladı. Metin bu sefer telefonunu tam zamanında açmıştı. Telefonun diğer ucunda kızı, babasını çok özlediğini ve onun ne zaman eve geleceğini soruyordu babasından. Metin, eve en erken saat; 24’e doğru gelebilirim dediğinde, kızı ağlamaklı bir ses tonuyla; – Babacığım, yarın mahallemize bir sirk çadırı geliyor, ne olursun beni ve kardeşimi bir saatliğine de olsa oraya götürmeni istiyorum, ne olursun babacığım. Metin, iki müşterinin birden içeri girmesi üzerine canı sıkkın bir şekilde; – Bak kızım, benim işim başımdan aşkın ve maalesef yarın seni sirke götüremiyeceğim. Benim zamanım çok çok önemli saat ücretim en az 500 danimarka kronuna geliyor diyerek telefonu kapatırken, kızını daha sonra arayacağını söyleyerek hızla müşterilerine döndü. Metin, daha sonra tek tük gelen müşterilerini hızlı ve seri bir tempoyla geçiştirirken kendi köyünden olan Hacı Bekir’in dükkana girdiğini gördü. Hacı Bekir, Konya’da yıllardır bina, arsa ve tarım aletleri alım satımı yaparken aniden hoca olmuş ve bir tarikata girerek ’’You-Tube’’ üzerinden dini konularda vaazler yayınlamaya başlamıştı son zamanlarda. Hacı Bekir sık sık avrupa da bulunan kardeşini ziyarete geliyor ve burada bulunan Kürt gençleri ile sürekli toplantılar yaparak onları bilhassa kürt kimliklerinden uzaklaştırmaya çalıştığı söyleniyordu. Söylenildiğine göre, vaazlerinde anlattığı dini konular, sıradan dini konular gibi görünse de özünde dikkatle seçilmiş ve kürt gençlerini pasifize etmeye yönelik konulardı. Örneğin, sürekli olarak en çok üzerinde durduğu konu, gençlerin bu fani dünyada siyaset, kimlik ve meslek eğitimi gibi boş işlerle uğraşmaları yerine asıl gerçek yaşamın sürdürüleceği öte dünya için bolca ibadet ederek yatırım yapmalarını öğütlüyordu. Bilhassa başka dinlerden olan insanlara yönelik ayrımcı konuşmalar yapması tepki topluyordu. Hacı Bekir, selaymün aleyküm diyerek müşterilerin olduğu tarafta bulunan bir masaya doğu geçerek bir sandalyeye kuruldu. Metin, Hacı Bekir hem köylüsü olduğu ve hemde dini konularda sahip olduğu derin bilgilerden dolayı ister istemez ona saygı duyuyor ve sempati gösteriyordu. Birbirlerinin hatırını sorduktan sonra Hacı Bekir, bundan böyle Çarşamba geceleri yapacakları dini konuşmalara onu da beklediklerini belirterek, küçük çocuk ve gençlere kuran öğretmek için de bir cami almak için bazı çalışmalar yaptıklarını da ekledi sözlerine. Metin, misafirini dinlerken bir yandan da gelip giden müşterileri ile ilgileniyordu. Tam o sırada, komşu köyden olan ve ara sıra onu ziyarete gelen Mahmut girdi içeriye. Kürt ulusal hareketinin çok aktif bir taraftarı olan Mahmut, selam verip hemen diğer misafirin karşısındaki boş sandalyeye geçip oturdu. Mahmut’un kuzeni yıllar önce çalıştığı pizza dükkanında ki işini bırakarak Kürt özgürlük mücadelesine katılarak dağa çıkmıştı. Dağa çıkan Selahattin’in ailesi ilk başta buna herhangi bir anlam verememişti fakat yıllar geçtikçe onu tanıyanlar, onun aldığı bu kararı daha iyi anlamaya başlamışlardı. Onun bu kararını en iyi anlayanlardan birisi de Mahmut idi. Kuzeni dağa çıktığında Mahmut daha 16 yaşındaydı ve olup bitenlere fazla bir anlam veremiyordu. Fakat yıllar geçtikçe Mahmut, geçen süre içerisinde kuzeninin aldığı bu kararın ne anlama geldiğini daha da iyi anlamıştı. Bilhassa onunla yaptığı bir telefon görüşmesinden sonra, Kürt özgürlük mücadelesine daha da aktif olarak katılım sağlama kararı almıştı. Mahmut, şu anda bulunduğu şehir ve çevre şehirleri kapsayan bölgenin sorumluluğunu üstlenmiş, kitle çalışması, yayın dağıtımı ve kampanya gibi görevleri çok büyük bir çaba ile yerine getiriyordu. Mahmut’u tanıyan Hacı Bekir, Mahmut’un dükana gelmesinden pek hoşnut olmamakla birlikte bunu pek belli etmemeye çalışıyordu. Mahmut getirilen kahvesini yudumlarken çantasından iki tane dergi çıkararak birisini Metin’e diğerini ise Hacı Bekir’e uzattı. Metin derginin tutarı olan 20 kronu uzatırken Hacı Bekir ise dergiyi daha önce okuduğunu söyleyerek dergiyi tekrar Mahmut’a iade etti. Mahmut söz alarak kürt halkının içerisinde bulunduğu siyasal durumu kısaca özetleyerek, on binlerce kürt siyasetçinin zindanlara atıldığını ve Güney Kürdistan’da TC’nin plan ve oyunları ile aldattığı bazı feodal ilkel milliyetçi kürt güçlerini özgürlük mücadelesinin tasfiye edilmesi için kullanmaya çalıştığını anlatmaya başladı. Bu sözleri dinleyen Hacı Bekir söz alarak, Mahmut’un bu sözlerinin biraz abartılı olduğunu ve hapse atılanların terör ile aralarına mesafe koymadıklarını belirterek kürt halkı üzerinde söylenildiği gibi bir baskının olmadığını sözlerine ekledi. Kendisinin bir kürt olarak Konya’da serbest bir şekilde yaşadığını ve herhangi bir baskıya maruz kalmadığını belirtti. Hükümetin, kürtlerin haklarını vermeye çalıştığını örneğin TRT– Kurdi’nin yayın yaptığını, ancak bazı kürtlerin ve Türkiye’yi kıskanan bazı dış güçlerin bu gelişmeleri engellemeye çalıştıklarını ve öte yandan müslümanları, kürt ve türk olarak tanımlamanın dinen caiz olmadığını ve bunun ümmeti bölerek müslümanları zayıf düşürdüğünü de sözlerine eklemeyi unutmadı. Hacı Bekir, aslında tüm meselenin kürtlerin yeterince dinlerini tanımadıklarından kaynaklandığını ve dinimizde ırkçılığın tamamen yasak olduğunu tüm müslümanların Allah’ın katında eşit olduğunuda sözlerine eklerken bir taraftan Mahmud’un gözlerinin içine bakarak onun tepkisini ölçmeye çalışıyordu. Hacı Bekir’in bu söyledikleri aslında Metin’e de çok mantıklı geliyordu fakat bu konu hakkında halen net bir düşüncesi yoktu. Bunun üzerine söz alan Mahmut, elhamdüllah hepimizinin müslüman olduğunu ve devletin kürt halkına yönelik yaptığı bu baskı ve imha siyasetini islam’la bir ilişkisinin olmadığını belirtti. Ayrıca devletin, Avrupa’dan getirttiği bazı işbirlikçi kürtlerin katkılarıyla bir kürtçe kanal açarak bu kanaldan sabahtan akşama kadar kürtçe türkü söyleterek aynı zamanda kürt halkının mücadelesine kürtçe olarak küfretmenin kürt halkına hiç bir faydasının olmayacağını da sözlerine ekledi. Daha sonra ise, kürt halkının tamamıyla insan olmaktan kaynaklanan insani hakları için mücadele ettiğini ve eşitlik temelinde kürt ve türk halkların eşit bir şekilde yaşayabileceğini belirtti. Hacı Bilal bir ara kem-küm edecek gibi olduysa da, Mahmut onun konuşmasına fırsat vermeden: – Dinimizde ırkçılık yok diyorsun ama peki kürt şehirlerinde ki belediyelere kayyum atanmasını ve sonrasında kürtçe yazılı olan belediye tabelaların yasaklanmasına ne diyordun peki? Mahmut’un bu söyledikleri, Metin’in de kafasını karıştırmıştı nasıl olmuştu da bunları bu güne kadar düşünmemişti. Hacı Bekir, artık tartışmanın daha da uzayacağını ve Mahmut’un da pek öyle ikna edilecek biri olmadığına kanaat getirerek ve namaza yetişeceğini söyleyerek masadan kalkarak müsade istedi ve oradan ayrıldı. Mahmut, Metin’e dönerek: – Bak Metin arkadaş, hepimiz müslümanız elhamdüllah, fakat diğer dünya halkları gibi ulusal kimliğimizi de ortaya koymamız kadar doğal bir şey olabilirmi? Mübarek islam dinini böyle kendilerine alet ederek ortalıkta gezinen tüm böyle tiplerin gayretleri Kürt kimliğini ortadan kaldırma çabalarıdır. Gerçekten de Mahmut’un bu sözleri Metin’e oldukça mantıklı gelmişti. Dünya da diğer tüm halklar kendi kimliklerini hiç çekinmeden ortaya koyarken niye Kürtlerin de buna hakları olmasın ki ! – Mahmut: – Artık gitmenin zamanı geldi Metin arkadaş, başka birkaç yere daha uğramam gerekiyor diyerek müsade istedi Metin’den. Metin dükkanın kapısından çıkıp giderken, Metin içinden; – Bundan böyle, kim sorarsa sorsun Kürt olduğumu açık açık söyleyeceğim diyerek söz verdi kendi kendisine. Metin gece saat: 23’e doğru dükkanını kapattığında artık adım atacak bir hali kalmamıştı. Dükkanın temizliğini bitirdiğinde saat artık 23.30’a doğru geliyordu. Tam dükkanın lambalarını kapatacağı sırada, mobil telefonunu masanın üzerinde unuttuğunu farketti. Telefonu almak için tam elini uzattığında, kızına söz vermesine rağmen telefon etmeyi unuttuğunu farketti ve buna çok üzüldü. Metin eve geldiğinde saat gece yarısını bulmuş eşi ve çocuklarının her zaman olduğu gibi uyuduklarını gördü. Metin üstünü değiştirerek salona yöneldi ve sofa masasının üzerindeki televizyon kumandasını alarak televizyonu açtı ve her zaman yaptığı gibi kanalları karıştırmaya başladı. Tam o sırada masanın üzerinde beyaz renkli yarım sayfalık bir kağıt parçası çarptı gözüne. Meraklı bir şekilde eğilip kağıdı almak için elini uzattığında, kağıt parçasının altında bir adet 500 kronluk bir kağıt paranın olduğunu gördü ve buna pek bir anlam veremedi. Metin, masanın üzerindeki beyaz renkli kağıt parçasını eline alarak şöyle bir göz atarak okumaya başladı: – Babacığım, biliyorum şimdi sen işten gelmişsindir ve çok yorgunsundur, bu yazıyı okuduğunda ben sıcak yatağımda uyumuş olacağım. Sevgili babacığım, sen bizim daha iyi bir yaşam sürdürebilmemiz için sabah akşam hiç durmadan çalışıp didiniyorsun. Babacığım, eğer hatırlıyorsan ben sana: – Beni, bir saatliğine de olsa sirke götürmeni istediğimde sen bana saat ücretinin en az 500 dkr. olduğunu söylemiştin. Ben de, kumbaram da biriktirdiğim bozuk paraları bankaya götürerek 500 dkr. kağıt paraya çevirdim. Sevgili babacığım, senden yarın beni sadece bir saatliğine de olsa mahallemizdeki sirk çadırına götürmeni rica ediyorum. Seni çok çok seviyorum babacığım, para masanın üzerindedir.
Yusuf Z. Sütcü
Kopenhag, 4. Aralık. 2020