’’ Öykü ’’
SARHOŞ ATLAR KOPENHAG’A DA UĞRADI !
Yakın bir arkadaşımın telefonda bana, Kopenhag’da film festivali var, sen de gelmek ister misin? diye sorması üzerine bende bu filmden haberdar oldum.
Daha sonra Danimarka gazetelerinde de gördüğüm kadarıyla Danimarka’da bu yıl uluslararası ödül almış filmlerin sinemalarda bir festival çerçevesinde gösterime gireceği belirtiliyordu.
En çok ilgimi çekende İran’lı yönetmenlerin çektikleri filmlerin oldukça fazla sayıda olmalarıydı. Ancak bu İran’lı diye tanımlanan film yönetmenlerden bazılarının Kürt olduklarını da çok sonradan öğrendim.
Politiken adlı gazetenin kültür ekinde, bu gösterilecek filmlerden bir tanesinin de Bahman Ghobadi tarafından çekilen “ A time of drunken horses ” yani “ Sarhoş atlar zamanı ” adlı bir film olduğu görünce, daha önce Yeni Özgür Politika gazetesinde bu filmden bahsedildiğini hemen hatırladım.
Sarhoş atlar adlı film o günlerde İstanbul da da çeşitli bürokratik engellere rağmen film gösterime girmiş, ve akabinde tam tersi bir tutum içine girilerek tamamı kürtçenin Hevramani lehçesi ile çekilen filme yüksek seviyede devlet görevlileri ile İstanbul’daki yüksek devlet erkanı da bu filmin açılış galasına katılmışlardı.
Filmin yönetmeni basına yaptığı açıklamalarda bu filmi tamamen kendi kişisel çabalarıyla tamamen amatör oyunculardan oluşan bir kadro ile çektiklerini belirtiyordu. Yönetmen beyanatın da devamla filme başlarken elinde herhangi bir senaryonun olmadığını ve tamamıyla gerçek yaşamın akışına kapılarak filmin senaryosunun film çekimine başlandıktan sonra zamanla oluştuğunu belirtmişti.
Filmin gösterileceği Kopenhag merkezinde küçük bir sokak içinde bulunan sinemaya eşim ile birlikte gittik.
Filmin başlamasına henüz daha 15-20 dakikalık bir süre vardı.
Sinemadan içeri girince hemen sol tarafta bir kaç masadan oluşmuş kafeterya bölümünde birkaç tanıdık kürdün oturmuş olduğunu görünce yanlarına gidip selamlaştık ve hal hatır sorduktan hemen birkaç dakika sonra da filmin başlıyacağı anonsu yapıldı.
Sinema salonundan içeri girdiğimizde dikkatimi çeken şey, kürt seyircilerin zaten gayet küçük olan salon içinde siyasi düşüncelerine göre ayrı gruplar halinde oturmaları oldu. Önümüzde ve arkamızda mülteci olarak tanıdığım ve kürt halkının ulusal mücadelesine oldukça mesafeli duran bazı şahsiyetler dikkatimi çekiyordu.
Filmin başlamasını beklerken, sinemanın yöneticisi olduğunu sandığım şahıs perdenin önüne gelerek bu filmi sinamasında göstermekten mutluluk duyduğunu ancak filmin bitiminde seyircilere bir sürprizlerinin olacağını belirterek sözlerini bitirdi.
Geçen hafta bu film festivalinin bünyesinde gösterilen “A good Kurds bad Kurds” yani “ İyi Kürt kötü Kürt ” adlı bir filmi izlemeye gittiğimde bu filmin amerikalı yönetmeni Mr. Kevin filmin başlamasından hemen önce sahneye gelerek filmi niçin ve nasıl çektiğini açıklıyarak seyirciler ile ayaküstü kısa bir söyleşi yapmıştı.
Şimdi bu filmin başlamasından önce sinema yöneticisinin bir sürprizimiz var olacak demesi kafamı kurcalamaya başladı. Ancak bu sürprizin filmin sonunda açıklanacağını belirtmesi, bende kesin bu filmin yönetmeninin de filmin bitiminden sonra bizimle sohbet yapacacağı düşüncesi oluşturdu.
Işıklar söndürülüp nihayet film başladı. Film başladıktan henüz 3-4 dakika sonra iki veya üç kişimi olduklarını karanlıkta pek seçemediğim şahısların sinemaya girdiklerini ve teşrifatçı tarafından hemen sağ yanımda boş olan koltuklara oturtulduklarını gördüm.
Film, Rojhelat Kürdistanın da doğa ile iç içe olan ve insanı olağanüstü bir şekilde etkileyen bir kasaba mı köy mü olduğu pek ayredilmeyen bir yerde günlük yaşamın gösterilmesi ile başladı.
İnsanlar olağanüstü bir telaş içerisinde sağa sola koşturup duruyorlar. Yoksulluğun insanları nasıl bir sefil yaşam içerisine atıp darmadağan ettiğini canlı bir şekilde görüyorduk..
Perdede gösterilenler o kadar doğal dı ki, gerçek yaşamın ta kendisi. Kulis yok, rollerin önceden dağılımı yok her şey kendi doğal yapısı içerisınde devam edip gidiyor.
Ancak dakikalar illerledikçe, kürt insanının yaşadığmız yüzyılda maruz bırakıldığı korkunç yaşam mücadelesini ve çaresizliğini görmek insanı derinden sarsıyor. Daha sonra pazarda kaçakçılara teslim edilecek kaçak malların paketlenmesi sahnesi geliyor ekrana.
Herşey yoksulluk kokuyor, ancak o da ne? Çok güçlü insanların bile kaldıramayacağı kocaman kolileri 7-8 yaşlarındaki çocuklar sırtlarına yüklemeye çalışıyorlar.
Oldukça etkileyici bir sahne.
Tüm dünyada ve bilhassa İskandinavya da çocuk haklarının uluslararası antlaşmalarla güvence altına alınmış olması bu insanı kahreden sahnede şimdi gördüğümüz çocuklar için hiç bir şey ifade etmiyor.
Henüz ilkokulun ilk sınıflarına gitmesi gereken bu çocuklar 20-30 kg’lık kolileri oldukça zorlanarak kucaklarına veya sırtlarına alarak arabalara yüklemeye çalışıyorlar. Tüm dünyada ki çocuk hakları savunucularının bu filmi seyretmelerini çok isterdim.
Bu açık pazar yerinde çalışan çocuklardan birisi olan, 8-10 yaşlarında çok değişik kumaş parçalarının biraraya getirilerek dikildiği fazla gizlenemeyen bir entari giymiş kız çocuğu da gösterdiği çalışma azmi ile beni oldukça duygulandırıyordu. Ben de çocukken, annemin eski entarilerinden kesilen parçalardan dikilen ve buna benzeyen küçük entariler giydiğimi hatırlayınca daha da duygulandım.
Bu ağır çalışma temposu içerisinde kafası başörtü ile sıkı bir şekilde bağlanmış olan ve genç bir kız görünümünde olan bu 8-10 yaşlarındaki kız çocuğu bir ara işine ara vererek, kolilerin arasında yatmakta olan başka bir çocuğa yaklaştı.
Küçük kız, görünümünden hasta veya özürlümü olduğu pek anlaşılmayan yine 8-10 yaşlarında görünen erkek çocuğun başının altına elini koyarak ona bir bardak su içirmeye çalışıyor. Ancak bu suyun, çocuğa hap içirmek için verildiğini sonradan fark ediyorum,
Her tarafı yoğun bir kar kaplamış, soğuk dayanılmaz gibi, çocuklar yetersiz giysileri içerisinde, burun ve ağızlarından buhar soluyorlar. Oldukça üşüdüklerine kanaat getiriyorum ve sinemanın sıcacık koltukları ruhumu sıkmaya başlıyor.
Koliler arasında bir bez parçasının üzerinde yatmakta olan çocuğa hapını içiren kız çocuğu işinin başına dönüyor ve işine devam ediyor.
Koliler arasında bir bez parçası üzerinde yatan çocuğun yanlız başına terkedilmesi beni çok etkiliyor. Ağlamamak için kendimi zor tutuyorum. Sol yanımda oturan eşim o ara bana, alçak sesle bir şey fısıldadı fakat ağlamaya başlayabilirim korkusu ile bir cevap veremedim.
Aman Allahım, kürtlerin kaderi bu olamaz dı. Özgürlük, demokrasi ve insan hakları çağı diye de anılan bu 21.ci yüzyılın ilk yarısında bu insanların bu çocukların böyle bir yaşama mecbur bırakılmalarını anlamakta güçlük çekiyorum. Bu gördüklerimiz her hangi bır film sahnesi değildi, kürt halkının bitmez çilesinin gerçek bir görüntüsü idi.
Filmin ilerde ki sahnelerinde kolilerin üstünde yatan çocuğun 14 yaşında doğuştan özürlü ve hasta olduğunu ve bir cüceye benzeyen çocuğun isminin de Madi olduğunu öğrenecektik. Bezler üzerinde yatan Madi’nin sık sık öksürük nöbetine yakalanarak aralıksız öksürmesi ve çaresizliği beni allak bullak etti ve sessiz bir şekilde kimseye farkettirmeden ağlamaya başladım.
Ancak sol yanımda oturan eşimin ağladığımı duymasını önlüyemedim ve eşim elimi tutarak beni teskin etmeye çalıştı.
Ancak tam bu sırada aynı şekilde sağımda oturan 25-30 yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim bayanın da hıçkırdığını farkedince ben biraz da olsa ağlamayı kestim.
Arada bir de, yanımda oturan bayana da yan gözle bakıp ağlayıp ağlamadığını anlamaya çalışıyordum. Eşim o arada ağlamayı bırak kocaman adamsın diye kulağıma fısıldayınca birazcık rahatlayıp şöyle biraz etrafıma göz gezdirdim.
Yanımda oturan bayanın Başur veya Rojhelat kürtlerinden olduğunu ve hemen yanında bir çocuğu ve onun yanındada kocası olduğunu sandığım kişiye ara sıra çok alçak sesle söylediklerinden çıkardım.
Zaman ilerledikçe, yanımdaki bayanın İran kürdü olduğuna ve yanıdakilerin de çocuğu ve eşi olduklarına iyice kanaat getirdim. Bayanın sürekli bir şekilde ağlamaklı bir ruh hali içerisinde olması benim için her an ağlamaya uygun bir ortam hazırlıyordu.
Film davam ediyordu.
Çocuklar malları kamyona yükledikten sonra kamyona binip malların üzerine oturduktan sonra kamyon hareket etti. Şiddetli kar ve fırtınanın olduğu bir havada yola çıkmışlardı.
Kamyona yüklenen malların üzerinde 8-10 yaşlarındaki kız çocuğu ,özürlü olan kardeşi Madi’nin üstünü bir bez parçası ile örterek üşümesini engellemeye çalışıyordu fakat çocuğun üşümesini engelleyemiyordu.
Çocuğun çenesi soğuktan birbirine çarparken yanımdaki bayanın ağlamasını gittikçe arttırdını duyduğumda bende kendimi koyverdim.
Kendi kendime, kim bilir bu bayanın annesi, babası, kerdeşi veya ailesi aynı yoksulluğu yaşıyorlardır veya belkide ölürülmüşlerdir diye düşündüm ve bunun için üzülüp ağlıyordur diye içimden geçirdim.
Daha sonra bir İran karakoluna yaklaşan kamyon şöforü, çocukları aşağı indirerek onlara dağ yolundan gitmelerini ve dağı aştıktan sonra ise önlerine çıkacak köyde kamyonu beklemelerini söyledi. O küçük çocuklar dağ yoluna vurarak, karların içerisinde yuvarlana yuvarlana yol almaya çalıştılar.
Dağın yamacına geldiklerinde kan revan içerisinde kalmışlardı. Hasta çocuk Madi ‘nin kız kardeşi onu sırtına almış ve en arkada yol almaya ve dağın yamacına diğer çocuklara varmaya çalışıyordu. Ancak 8-10 yaşlarındaki kız çocuğu oldukça zorlanarak yamaçtaki diğer çocuklara yetişti.
Madi’nin kızkardeşi onu karların üstüne yatırarak, hapını içirdi. Ancak hap içirmek için suları bile yoktu. Kız çocuğu hemen ordan bir avuç kar alarak Madi’nin ağzına hap içmesi için koydu.
Salonda yanımda oturan bayanın hıçkırıklarını tekrar duymaya başladım ve bende kendimi hıçkırmaktan alıkoyamadım. Kürt halkının bu çaresizliği aklımı başımdan alıp götürmüştü.
İçim dopdoluydu, birisi dokunsa küçük bir çocuk gibi doya doya ağlayacaktım.
Çocuklar dağdan aşağı yuvarlana yuvarlana inerek bir köye vardılar. Şöforün tarif ettiği eve giderek sobanın önünde ısınmaya çalıştılar. Onların ihtiyaçlarını gidermeye çalışan 14-15 yaşlarında bir genç kızçocuğu idi. Kamyon şöforü kaçak mal bulunduruyor gerekçesi ile İran askerleri tarafından göz altına alınıp uzun bir süre geri gelmedi.
Bu arada çocuklar da geldikleri evin bir parçası durumuna gelmişlerdi. Evin sahibi, birkaç gün sonra 14-15 yaşlarındaki kızını başka bir köyden yaşlı birine daha önce söz verdiği üzere gelin olarak verecekti. Ancak genc kız gelin olarak gitmesinin karşılığında Madi’nin bir doktora götürülerek tedavi adilmesini şart koşuyordu.
Babası da kızın gelin gideceği tarafa bu konuyu açmış ve onlarda bu şartı kabul etmişlerdi. İnsanın isyan edesi geliyor. Bu çağda kürt halkının içerisinde tutulmaya çalışıldığı feodal yaşam insan aklını zorluyor. Genç bir kız sırf özürlü bir çocuğun yaşamını düzeltmek için, kendisinden çok yaşlı birisi ile evlenmeye razı oluyor.
Düğün günü genç kız özenle süslendirilip bir ata bindirilerek ,kızın babası ve Madi ile birlikte yola koyuluyorlar. Bir süre yol aldıktan sonra damat tarafınında davul zurna eşliğinde bir dağın eteğinde onları beklediklerini görüyorlar ve onların yanına yöneliyorlar.
Atın üzerindeki genç kız mutlu görünmeye oldukça gayret ediyor ancak Madi ile göz göze gelince gözlerinden bir çift damla gözyaşının, yüzünü kapatan peştemalin arkasından süzülerek yanaklarına akmasını engelliyemiyor.
Bu sırada yanımda oturan bayanın ağlamasının daha da arttırdığını duymaya başladım. Ben de ağlamamak için kendimi tüm gücümle zorlamaya çabalıyorum. Bir genç kızın mal gibi satılması çok zoruma gidiyor. Onun şahsında böyle bir yaşama mahkum edilmiş tüm genç kürt kızlarının acılarını ve mutsuzluklarını ta kalbimin derinliklerinde duyuyordum.
Birbiriyle karşılaşan iki düğün grubu bir süre davul zurna eşliğinde halay çektikten sonra damat tarafı müsade isteyerek kendi köylerine doğru yola yöneldiler. Atın üzerindeki genç kızın atının yularından tutan damadın annesi, kendi akrabaları ile birlikte yola koyuldular. Gelinin öne sürmüş olduğu şart olan, Madi’nin onunla birlikte damat evine gitmesi ve oradan da şehre götürülerek tedavi edilmek istenmesi iki taraf arasında tartışmaya yol açıyor. Damat tarafı, Madi’nin şimdilik tekrar geri dönmesini ve ilerde belki ona yardım edebileceklerini belirtiyorlar.
Bu, açıkça Madi’nin tedavi edilemiyeceği anlamına geliyordu. Atın üstündeki genç gelin, bu durum karşısında ne yapacağına bir türlü karar veremiyordu. Geriye mi dönseydi acaba ?
Ancak babası onun karşılığında birkaç hayvanla bir miktarda para almıştı. Bu onların yaşamını kurtaracaktı. Evet, ne olursa olsun kendisini ailesine kurban edecekti. Zaten o hiç bir zaman kendisi için yaşamamıştı ki, ailesi için kendini feda etse ne olurdu ki ?
Çaresiz bir şekilde boynunu önüne eğerek, müstakbel kaynanasınınn yularını çektiği atın üstünde kalabalık ile birlikte yeni evine doğru yola koyuldu.
Gelinin babası Madi ve onun kızkardeşi çaresizlik içerisinde giden kalabalığın davul zurna eşliğinde halay çeke çeke giderek gözdan kaybolmalarına kadar arkalarından öylece bakakaldılar.
Ve film burada bitti.
Işıklar yanmaya başladığında sinemanın sahibi hemen perdede yazılar daha bitmeden sahneye gelerek, şimdi sürprizini açıklayacağını belirterek, ingilizce olarak aranızda şu anda salonda bulunan filmin kahramanlarından Madi’yi sahnaye davet ediyorum dedi.
Bu sırada hemen yanımdaki koltukta oturmakta olan ve film boyunca ağlayıp duran bayanın yanındaki koltuğun içerisinde gömülü oturan çocuk olduğunu sandığım birisi ayağa kalkmaya çalıştı ancak beceremeyince da yanındaki bayan onu kucaklayarak sahneye kadar getirdi.
Tam o sırada seyirciler gördüklerinin şokundan kurtularak çılgınca alkışlamaya başladılar.
Gözlerime inanamıyordum, 1 ½ saat boyunca seyrettimiz film de izlediğimiz özürlü çocuk şimdi karşımızda duruyordu.
Madi sahnede seyircileri selamlayarak şöyle sürdürdü sözlerini;
-Beni tedavi etmek için çok uğraşıp didinen filmdeki gelinin de geçen yıl bir çocuğu olmuştu ve ismini Madi koymuştu. Biz, bu seyrettiğiniz filmde 4 yıl önce rol almıştık, ben ve gelin rolündeki kız ile birlikte Irak sınırından geçerek Irak’ta ki Başur özerk kürt bölgesine geldik. Orada ise Birleşmiş Milletler örgütünden bazı yetkililer ile görüştük ve bizim İsveç’e gelmemize yardımcı oldular.
Ben şimdi İsveç te özel bir kilinikte halen tedavi görmekteyim. İşte şimdi yanımda duran bayanda filmde gelin rölünü gerçekten oynayan Zehra’dır. Zehra evlenerek gittiği ailenin yanında çok baskı gördü ve 2 yıl sonra onlardan kaçarak tekrar babasının evine geldi ve belki de onun içindir şimdi biraz yaşlı görünüyor.
Ben’im ve Zehra’nın tedavileri biter bitmez tekrar kendi topraklarımıza döneceğiz.
Ben ve benim gibi binlerce kürt çocuğunun kurtuluşu ancak kendi ülkemizin özgür toprakları üzerinde barış özgürlük ve kardeşlik içerisinde yaşamakla mümkündür ve bu özgürlüğü hiç kimse bize altın tepsi de sunmayacaktır ve bunu da ancak mücadele ile elde edebileceğiz.
Ben tam o esnada sahnede Madi’nin yanında duran ve film boyunca ağlayan Zehra’nın gözlerine iyice baktım.
Evet, o güzel kahverenkli gözler aynen filmdeki gelin kızın gözleri idi.
Kendimi elimde olmadan, kıçkırıklar içerisinde ağlamaya bıraktım.
Baktım, o da ağlıyordu.
O güzel gözlerine daha fazla bakmaya cesaret ademedim.
Yusuf Z. Sütcü
Kopenhag, 2 Ekim. 2020