Vahşet örgütü DAİŞ’in Irak ve Suriye’yi işgal etmesi ile beraber, ilkel dönemden kalma zihniyeti ile eski eserlere olan tahammülsüzlüğünü hepimiz gördük. Musul Müzesindeki eski Sümer, Hurî, Asur, Roma ve benzeri dönemlerinden kalma eserleri nasıl balyoz ve dinamitle kırdıklarını izlemiştik. Suriye ve Irak’taki İslami dönemden kalma camileri, kilise ve Palmira şehrini dinamitler ile tahrip edilişlerini yaşadık. Bunları seyrederken eminim ki yüreğinizden bir parçanın koparıldığını hissetmişsinizdir. Çünkü hepsi insanlığın bir parçası idi.
Efrîn’in işgal edilmesi ile beraber benzeri manzaraları yaşadık. Dünya, Türk devlet uçaklarının ”Endarê”yi nasıl kum yığınına çevirdiğini gördü ama herkes kör, lal ve sağırları oynadı. Endarê tarihinin Horîlere (Hurî) kadar uzandığı biliniyor. Efrîn şehir merkezine sadece 5 km uzaklıkta. Bir Hurî tapınağı olduğu söyleniyor. Siyah kayalardan yapılmış aslan heykelleri ve çeşitli figürler ile adeta bir şah eser idi! Hurîler MÖ. 4000 ile 2000 yılları arasında yaşamış ve Kürtlerin ataları olarak kabul edilen bir Hint-Avrupa halkı. Endarê’deki heykellerin yerden yüksekliği en fazla iki metre ve bir evin zemin taşları (havlu) gibi. İçi ve dışı rahatlıkla görülür. Ama Türk devleti ”orada teröristler saklanıyor” diye kendisini temize çıkarmaya çalıştı. Bunun kesinlikle bir doğruluk payı yok. Çünkü binlerce metreden burada kimsenin olmadığı çıplak gözle bile görülür.
Gelişen teknoloji ve uçaklardaki görüş sisteminin orada hareket eden karıncaları bile görmesi olası. Durum böyle olunca, yalan ve bahaneler ile üzeri kapatılmaya çalışıldı ama bilerek bombalandığı ayen beyan meydanda. Aynı bölgede, yani Efrîn çevresinde yüzlerce tarihi yerleşke mevcut. Bunların başında ”Kela Hurî” gelir, Türkçe karşılığı Hurî Kalesi ve Efrîn’e 20 km uzaklıktadır. Yine Lelûlê (Şêran) dağlarında ’Şikefta Dû Derî/İki kapılı mağara’; Parse dağında da Êzîdîlerin tapınağı var. Bunların yanında Roma döneminden kalma birçok köprü, tiyatro gibi görünen yapı ve toprak altında yüzlerce tarihi belge var. Bu bölgedeki bazı heykel ve kavanozların çeteler tarafından arabalara nasıl yüklenilerek Türkiye’ye kaçırıldığını TV’lerden izledik. Bu bir insanlık suçu! Çünkü bu miras bütün insanlığa ait ve tarih herkesi ilgilendirir. Bunlar ülkemizin güneyinde olurken, kuzeyindekiler de bundan geri kalır gibi değil.
Kuzey Kürdistan’da da, TC’nin başta Hasankeyf olmak üzere 10 bin yıllık tarihi mekanları dozer ve dinamitler ile nasıl tahrip ettiğini, tarihi bir hazineyi nasıl sular altında bırakmaya acele ettiğini gördük. Kale, saray, sur, köprü, kral mezarları, hatta dünyanın yedinci harikası olan Nemrut heykelleri gibi tarihi mekanları nasıl yok olmakla yüzyüze bıraktığına hergün şahit oluyoruz. Bunlar ekonominin iyi olmadığından, yeterli kaynağın olmadığından değil, kirli amaç ve zihniyetten kaynaklanıyor. Öyle olmuş olsaydı kendi ideolojilerini yaymak istedikleri ’okuma evlerini’ heryere inşa etmezlerdi. Ufak bir mahalleye dört cami inşa etmezlerdi.
Hasankeyf’in çok eski bir Kürt yerleşkesi olduğu, altında binlerce yıllık eserlerin yattığını arkeologlar söylüyor. Bu insanlık mirası olan hazinenin korunması için Kürtler çok çabaladı ise de, Türk devleti ısrarla sular altında bırakmak istiyor. Bunun arkasında sadece ekonomik gelir, enerji üretimi, sulama, suyun sınırlar ötesi stratejik bir silah olarak kullanılmak istenmesi yok.
Esas neden: Kürt tarihini yok etmektir! Türk devleti çeşitli bahaneler ile Kürt eski yerleşim yerlerini tahrip ederek, ortadan kaldırarak Kürtler ile tarihlerini ve binlerce yıllık bağlarını koparmak istiyor. Kürtlerin kadim tarihi köklerini keserek, onları soysuzlaştırmak, Romanlar gibi yurtsuz, tarihsiz ve kültürsüz göstermek istiyor. Sahte arkeolog, tarihçi ve yazarlarını da devreye sokarak Kürt mirası üzerinden yalan bir tarih inşa etmeye çalışıyor. Nihayetinde hergün okuyor ve duyuyoruz ki Türk tarihçi ve araştırmacıları Sümer, Hurî, Med tarihini çarpıtıyor, bu medeniyetlerin türklerin ataları olduğunu veya aynı soydan geldikleri yalanlarını yaymaya çalışıyor. Kürtlerin tarihi ve kültürü üzerinde sahte bir tarih yaratmak istiyorlar.
Başta Kürtler olmak üzere, Türk ve diğer dünya halklarının, ilgili kurumların bu beyaz katliama karşı durmasının bir insanlık görevi olduğu unutulmamalıdır.
Şoreş Reşi.
Yazı daha önce Özgürpolitika’da yayınlandı.