Türk genleri ve sorunlu resmi tarih / Şoreş Reşî

İnsan ve tarih ile ilgili gen araştırmalarında önemli gelişmeler oluyor! Bu bilimsel gelişmeler bizi sevindiriyor, çünkü gerçekleri ortaya çıkarıyor ve tarihsel taşlar yerli yerine oturuyor. Buna sevinemeyenler de elbet var, özellikle de tarihlerini yalan ve başkalarının geçmişi üzerine inşa edenlerin işi doğrusu zor. Bu araştırmaların başında olan isimlerden biri İTÜ İnsan ve Toplum Bilimi bölümü öğretim üyesi, antropolog Timuçin Binder geliyor. Yaptığı çok önemli açıklamaları var, onları biz yazsak, belki ırkçılık vs ile suçlanabiliriz ama bir biliminsanı gerçekleri açıklayınca sanırım yeni kurgular uyduracaklardır ki bunun işaretleri şimdiden var…

Binder’in açıklamalarına geçmeden önce gen incelemeleri hakkında biraz bilgi sahibi olmak faydalı olacaktır. Genetik teknolojideki araştırmalar insanların geçmişleri ile ilgili bilimsel veriler sunuyor ve DNA yolu ile ‘nereden geldim’ sorusuna da yanıt bulabiliyor. Genetik araştırma her insanın kökeniyle veya soyunun bugüne kadar nerelerde bulunduğu ile ilgili bilgiler taşıyor ve bu metod ile insanların son 60 ile 90 bin yılda izledikleri yollar saptana biliniyor. Bu nedenle bu araştırma sonuçları kesin gibi.

Timuçin Binder, Kaliforniya Üniversitesi’nde insan biyolojisi ve araştırmaları üzerine eğitim almış, ardından da tarih ve genetik bilimler üzerine bilimsel araştırmalarına devam etmiş. Genler üzerinde yaptığı araştırmalar neticesinde ‘Türk resmi tarihinin sorunlu olduğunu ve yeni araştırmaların bunu çürüttüğünü’ söylüyor! Bir bilim insanının bunu söylemesi önemli, ilginç ve bu nedenle gerçekleri dinlemekte fayda vardır.

Binder: “Türkiye’de yaşayan insanların büyük bir bölümü 40 bin yıl önce de bu topraklarda yaşadı; Anadolu’nun 1071’de Türkleştiği savı da sadece bir efsanedir. Evet, Orta Asya’dan bir göç yaşanmış ama bu çok az, buradaki insanların ancak yüzde 10-15 kadar olduğu ortaya çıkıyor. Ayriyeten gelenlerin Türk mü, İranlı mı veya Afgan mı olduğunu bilmek çok zor. Buna göre Türkiye’nin gen yapısı tarih öncesi dönemde bugünkü şeklini alıyor. Çok sayıda gelen insanın genleri de çok daha kalabalık olan yerli toplulukların içinde kaybolmuş” diyor. Bu alıntıdan çıkarılması gereken sonuç, bölgenin kadim halkı olan Kürtlerin 40 bin yıldır bu topraklarda yaşadığı, bölgeye gen şeklini verdiği ve sonradan gelenleri içinde erittiğidir. Hernekadar resmi ideoloji, toplama insanlar ile bir Türk ırkı yaratmak istese de bilim bunu çürütüyor.

Tarihlerini Göktürklere, Moğollara, Uygurlara, Hunlara, Oğuzlara ve benzerlerine bağlayan Türk tarihçilerin görüşlerini tamamıyla çürüten Binder, şöyle diyor: “Türklük bizim ürettiğimiz kültürel kimlik ve son 200 yılın ürünü. Burada yaşayan insanların tarihi binlerce yıl önceden başlıyor. Yani herkese Türk diyemeyiz. Kavramları biz icat ettik, herkese Türk dedik. Bizden öncekilerin kim olduğunu bilmiyoruz bile. Biz Uygurlara Türk diyoruz ama onlar kendilerine Türk demiyor. Türklük çok daha sonra oluşmuş bir kimlik. Göçle gelenler 1100’lü yıllarda ‘Danişmentname’ adlı bir eser yazmışlar ama içinde Türk olduklarına dair tek bir kelime yok. Türk veya Türklük kelimesini ilk kullananlar yabancılar oluyor. Bir de Göktürkler kendilerine Türk demişler.” Binder’in sözünü ettiği ‘öncekilerin’ bölgenin yerli halkları olan Kürtler, Asuriler, Ermeniler, Fars ve Araplar olduğu açık. Danişmentname’nin de Horasan çevresinden gelen bugünkü göçebe Kürtler’in atalarına ait bir eser olduğunu biliyoruz. İlk olarak İtalyalıların Türk kelimesini kullandığını ve dediği gibi 200 yıllık bir geçmişi var.

Gerçeklerin genler üzerinden de ispatlanması sevindirici, bu konuda: “Gen araştırmalarında ortaya çıkan sonuç, Türkiye’de yaşayanların hiç de Türkmenlere, Özbeklere çok yakın olmadığıdır. Hatta uzak da diyebiliriz. Akrabalık ilişkisi anlamında Türkiye de yaşayanların biyolojik olarak Orta Asya ile bağlantısı yok. Sadece göç eden küçük bir grubun var. Bir kan bağı yok! Resmi tarih sorunlu. Gelişmeler de resmi tarihi çürütüyor ve bu durumu sorgulamamız gerekiyor. Çünkü genler Türkiye’de yaşayanlar ile Türkmenler, Özbekler arasında var olduğu söylenen biyolojik yakınlığı yalanlıyor. İnsanların kafasında bizim Türkmenlere, Özbeklere, Uygurlara ve hatta Moğollara yakın olduğumuz gibi yerleşik fikirler var ama bu doğru değil” diyor.

“Orta Asya’dan göç etmeyen yüzde 85-90’ın anlatılmayan öyküleri var. Onlar bizim atalarımız. Türkler İranlılara, Ürdünlülere, Yunanalılara, Süryanilere daha yakın. Türkiye ile İran arasındaki genetik mesafe Türkiye ile Türkmenler arasındaki mesafeden daha az“ derken Kürdün şimdiye kadar anlatılmayan tarih öyküsüne parmak basması çok sevindirici! Çünkü yüzde 85 veya 90 eskiden beri yerleşik olan Kürtlerdir ve onların anlatılmayan tarihleri, dilleri, kültürleri var. Kürtler ve sonradan getirilerek asimile edilenlerin genleri bölge halklarına yakın olması doğaldır. Bunlar üzerine inşa edilmek istenen bir ulus gerçeği ile karşı karşıyayız.

Ne diyelim? Kul sıkışınca hızır yetişiyor; talan edilen Kürt tarihinin imdadına da gen araştırmaları yetişecek gibi.

Yazı daha önce Yeni Özgür Politika’da yayınlandı