Tarihte en çok göçe maruz kalan ve hemen hemen dünyanın her yerine dağılan milletlerin başında Yahudiler gelir. İsrail toprakları, Asurlular döneminde işgal edilerek, İsrailoğulları tutsak edilip Ninova zindanlarına atıldı. Medlerin başkentlerini almaları ile Yahudoğulları serbest edildiler ama Romalılar döneminde İsrail tamamen boşaltılarak, insanlar binlerce yıl sürgünde yaşamak zorunda kaldı. Aynı seviyede olmasa da, dünyada ikinci büyük göç mağdurları da Kürtlerdir. Bu anlamda Yahidiler ile ortak bir kaderimiz var. Bu nedenle onların tecrübelerinden faydalanmak gerekir.
Yahudiler sürgünde, doğal olarak dillerini tamamıyla unutarak herbiri yaşadığı ülkenin dilini öğrenmek zorunda kaldı ama asla Yahudi olduklarını unutmadılar! 1948 yılında Amerika ve diğer dünya devletlerinin büyük yardımı ile yeni İsrail devletini kurmayı başardılar. Ama nasıl oldu da hemen hemen 1500 yıl üzerinden geçtiği halde bu insanlar kimliklerini, kültürlerini, dinlerini unutmadan Yahudi olarak kalabildiler?
Düşünün, 1500 yıl dağınık bir şekilde dünyada yaşamak! Bu insanların kimliklerini kaybetmemesi mucize, büyük derslerin alınması gereken harika bir olay! Peki bu işin sırrı ne? Konu üzerinde özel bir araştırma yapmadım, Kürtler ile çok ortak noktası olan Yahudilerin tecrübelerinden nasıl faydalanabiliriz veya bize nasıl uyarlayabiliriz ki istediğimiz hedefe ulaşabilelim. Bu konuda sevgili hemşehrim Hacı Akman’ı dinlemek faydalı oldu.
Bilindiği üzere Yahudilerin en tanınmış mekanlarının başında Sinegoglar gelir. Çoğumuz bir ibadethane olarak biliriz ama esas anlamı ‘buluşma yeri’ dir. İster ayin ister buluşma yeri olsun Sinegog, Yahudiler arasında en kuvvetli ortak mekandır. Bu onlar için çok önemli. Çünkü Avrupa veya diğer kıtalardan Sinegog’da buluşan Yahudilerin hiçbiri diğerinin dilinden anlamaz. Bu doğal bir sonuç. Ama bir Yahudi şöyle düşünür: ‘Eğer vücudun bütün uzuvları tahrip olmuş, işlevsiz kalmış ve canlı kalan tek bir parmak bile kaldı ise, onun üzerinden ayağa kalkmak gerekir…’ İşte bu düşünce temelinde Sinegog üzerinden ulusal geleceklerini ördüler/örerler.
İlginç olan ikinci husus da, en önemli sloganları arasında ülkeleri için İsrail demeyişleri; bunun yerine ‘Kutsal Ülke’ terimini kullanmalarıdır. İnsan psikolojisi ile ilgili olsa gerek; insan varlığı kutsal saydığı değerler için canını, malını, enerjisini ve ruhunu verir. Bir diğer sloganlarıda umudu canlı tutmaları ile ilgili. İnsanlarına her gün ‘Kutsal ülke yarın kurulacak!’ umudunu vermiş olmaları. Canlı tutulan umut, insan enerjisinin kaynağıdır ve uranyum gibi gece-gündüz dinamik kalır. Hedefe ulaşmak için iki önemli direniş noktası.
Bir diğer husus, yaşadıkları acıları ve yetiştirdikleri insanlardan yararlanmaları için üç slogan geliştirmiş olmaları. Kültürel mirasım ne, bunu nasıl dile getirir ve nasıl korurum; hangi toplumdanım ve hangi inançtanım diye düşünür. Yani halkın hayalini (kutsal ülke), kimliğini ve yaşanılan acıların nasıl dondurulacağını, bunların yaşamda nasıl elle tutulabilinir kılınacağını unutmaz. Bunun için yüzlerce müze inşa etmişlerdir. Müzelerine girildiğinde insanın üzerine bir korku siner ki hafızayı burada dondurmuşlardır. Bir Yahudi hangi görüşten olursa olsun hem Karl Marx hem de A. Einstein’den yararlanmanın yollarını arar. Onlar için insanlarının ideolojileri önemli değildir. Önemli olan onların isminin ulusal tanıtım da kullanılmasıdır. Bunun içindir ki şimdiye kadar 56 Yahudi Nobel ödülünü almıştır.
Yahudilerin en çok önem verdikleri konuların başındaki müzelerden sonra arşiv ve kitaphaneleri gelir. Bunları ustaca kullanmasını bilirler. Dinleri beton bir duvar işlevini görürken, kurumlarını da batı dünyasının yardımı ile korur ve geliştirirler. Birçok ülkede (İsveç gibi) dilleri resmidir ve devletten yardım alır. Onlar için önemli hususlardan biri de birliktelik, beraber olmaya hayati derecede önem verirler. Bunun için yabancı ülkelerdeki gettoları da İsrail’in bir parçası gibi yapmışlardır. Londra’daki gettolarına girince başka bir ülkede kendini hissedersin. Bununla amaçları: Otonom, statü sahibi olmak istemeleri, birbirlerini korumaktır ve hiç kimse oralara giremez.
Son olarak, en çok önem verdikleri şeylerin başında sermaye gelir. Birçok ülkede şehir merkezlerindeki binalar yahudilere aittir. Sermayeleri ile Avrupadaki birçok ülkeyi yönetir durumundalar.
Biz de ulusal davamız için Halepçe, Dersim, Geliyê Zilan, Barzan, Qeladizê, Şengal, Roboskî, Efrîn gibi binlerce acılarımız etrafında birleşmeyi öğrenmeliyiz.
Yazı daha önce Yeni Özgür Politika’da yayınlandı